İYİ Parti Çarşamba İlçe Başkanı Rahman Çağrı Kılıç yayınladığı mesajında, "Altı yüz yıllık koskoca imparatorluğumuz yirminci asrın başında adeta doğum sancısında ölen bir ana gibi bitkin düşmüştü. Fakat doğan çocuk yaşayacaktı. Çünkü İstanbul simsiyah bulutlarla kaplı dururken Anadolu’da fecir aydınlığı halinde milli mücadelenin ilk kımıldanışı çoktan başlamıştı. Çok değil birkaç gün önce Çanakkale’de büyük bir cesaret örneği göstermiş olan Mehmetçik şimdilerde silahsız, aç ve bitkin bir haldeydi. Ancak hiçbir vatanseverin bu zillete katlanması düşünülemezdi. Nitekim de çok geçmeden Anadolu’da milli mücadelenin meşalesi çoktan parlamıştı. Anadolu’da açılan milli mücadele bayrağı altına ilk koşanlardan biri de şair Mehmet Akif Ersoy’du. Bir bahar günü serin bir akşamüzeri Ankara’ya varan Mehmet Akif hiç vakit kaybetmeden doğruca bir ulusun kaderinin tayin edildiği büyük Millet Meclisi’nin yolunu tuttu. Acı ve ızdırap dolu bu çetin günlerde canından çok sevdiği Türk ulusunun yanındaydı artık. Akif Ankara’ya varır varmaz işe vatanın bağımsızlığı için kolları sıvamakla başladı. İlk iş olarak vatanın bağımsızlığı adına halkı cihada, milli mücadele sancağı altında birleşmeye çağırdı. Bu uğurda Anadolu’yu adım adım dolaşan şair gittiği her vatan bucağında: “Bu vatan da kaybedilirse gidilecek yer kalmaz.” diyerek halka milli mücadeleyi anlatarak yüreklere iman ve ümit aşılamaktaydı.”
Kılıç yazılı açıklamanın devamında, “İşte tam da o günlerde Batı cephesi komutanı İsmet Paşa cephedeki Mehmetçiği şevke getirip coşturacak bir milli marş yazılması fikrini Maarif Vekâletine açar. Paşanın bu düşüncesi Maarif vekâletince yerinde bulunarak bunun için bir yarışma tertip edilir. Tek şart yazılacak marşın milli mücadele ruhunu ifade edebilecek güç ve kudrette olmasıdır. Bu kutsal vazifeyi ifa etmek adına çok sayıda şair kaleme sarılarak yazdıkları şiirleri Maarif Vekâletine sunarlar ki, bu şiirlerin sayısı altı yüzü aşkındır. Ama ne var ki gönderilen şiirlerden hiçbiri İstiklal ve milli mücadele ruhunu yansıtacak kudrete sahip değildir.Böyle büyük bir güç ve kudreti barındıracak bir şiiri ancak imanıyla, yaşantısıyla Anadolu’nun çektiği ızdırabı hissedebilecek, onun için yanıp kavrulan bir kişi yazabilirdi. O kişi hiç şüphesiz ki milli mücadeleye gönül vermiş, ulusun derdiyle dertlenmiş Akif’ten başkası değildi. Böyle bir kişinin de milli mücadelenin destanını yazmakta güçlük çekmesi de zaten düşünülemezdi de. Göğsündeki sonsuz iman, bitip tükenmek bilmeyen vatan aşkı ve hürriyete olan sonsuz inancıyla bu marşı sadece ve sadece o yazabilirdi.
Öyle ki onun:
Korkma!
Cehennem olsa gelen
Göğsümüzde söndürürüz.
Bu yol ki hak yoludur,
Dönme bilmeyiz…
Yürürüz!
dizeleri beklenen marşın çok öncelerden müjdeleyicisidir. Sonuçta milletin ızdırabını derinden hisseden Akif, milli mücadelenin ruhuna tercüman olan o büyük, eşsiz şiirini gece gündüz gözünü bir an dahi kırpmadan kaleme almıştır. Öyle bir şiir ortaya çıkmıştır ki bu şiir, bir ulusun trajik bir anda var olup olmama noktasında ihtiyaç duyduğu sonsuz gücü ve her türlü değeri taşımaktadır. Büyük Türk ulusunun tarihinin yılmayan mücadele ruhunu yansıtmaktadır. Bir ulusun yok olmama, var olma direncinin sonucudur bu marş adeta. O marş öyle bir şiirdir ki, şairi bile ölüm döşeğinden: “Bu İstiklal Marşını kimse yazamaz, ben dahi yazamam. Allah bu milletle bir daha İstiklal Marşı yazdırmasın.” diye haykırmıştır.
Bu şiir istiklalin ta kendisidir.
“Hakkıdır Hakk’a tapan milletimin istiklal.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.