Çarşamba İlçe Müftüsü Sıtkı Kaya, 2011 yılına veda edilirken yaptığı açıklamada, “2011 yılına veda ederken ömür ağacımızdan bir yaprağın daha düştüğünü unutmayalım; her geçen gün gece yani beyaz ve siyah fareler hayat ağacımızı kıymık kıymık kemirmekte ve tüketmektedirler” dedi
Geçen yıllar ve günler bizi ya cennet sarayına götürecek merdivenin basamakları olacak ya da bir düşüşün hikâyesi olarak anılacaktır. İnsan bu yolculuğun sonunda son durağın neresi olacağını merak ediyorsa önce şu anki yaşadığı hayata bakması gerekir. Yaşadığı hayatın konforlu olması, dertsiz, kedersiz geçen günler çoğu kere insana geçici ve yüzeysel bir haz yaşatabilir. Modern insan dünyasını meşru ve gayri meşru yollarla çok iyi inşa edebilir ve ediyor da. Tamamen seküler yaşantı ile gününü gün eden; geçici hazların kurbanı olan, daha çok üretip daha çok tüketme arzusuyla kendini aşırı yoran, yıpratan çağımız insanının hayalleri de sadece bu fani dünyadan ibaret kalabiliyor. Bu sebeple ölümü hatırlamak istemiyor. Ölüm sonrası gerçek ve ebedi hayat için çok hazırlıksız, oysa bizleri yoktan var eden Âlemlerin Rabbi olan, zamanın, günlerin, ayların ve yılların gerçek sahibi olan yüce Mevla’mız soruyor bize “Bu gidiş nereye(1) ”? Evet bu hayat gemisi selametle sahile ulaşabilecek mi? Yoksa hırçın dalgalar arasında kaybolup gidecek mi?
Geçen zaman konusunda yüce Rabbim bizleri uyarıyor: “Zamana yemin olsun ki elbet insanoğlu tarifsiz bir kayıptadır. Ancak Allah’a inanıp güvenenler, Salih amel işleyenler yani yararlı, faydalı iş yapanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler yani erdemli ve sorumlu davrananlar müstesnadır.”(2) Zaman öyle büyük bir nimettir ki, Cennet o varsa kazanılır. Müminin görevi zamana ait olmak değil, zaman sahip olmaktır. Zaman sahip olmayan, zamanın kıymetini bilmeyen nimete nail olamaz; ayette ifade edilen hüsran yani insanın kaybedişi manevi ve uhrevi kaybı ifade eder; hâsılatı cehennem olan bir ömür kaybedilmiştir. Sürede sayılanlar birbirinin sebep ve sonucudur. İman ameli, amel daveti, davet sabır ve sebatı gerekli kılar. Kurtuluşun temel şartı ikidir. İman ve onun üzerine bina edilen Salih amel. Hakkı tavsiye etmek. İnançta tevhidi eylemde salihat ve adaleti tavsiye etmektir. Salih amel dediğimiz salihat kavramının anlamı sahibini ve başkalarını ıslah edici iyilikler ‘dir. Bu salih amelin asıl gayesidir ki hakkı ve sabrı tavsiye salih amelin mükemmel bir örneğidir.
Başta iman, namaz kılmak, zekât vermek gibi hukukullah ile ilgili ibadetler hasenattan sayılmış ancak bu ibadetler sosyal amaçları yani bireyleri ıslah edici gayeleri gerçekleştirirse salihat vasfını da kazanır. Kur’an’ın ifadesi ile namaz insanı kötülüklerden alıkoyar. (3) ilahi gerçeği bu ibadetlerin aslında toplumun ıslahına, kötülüklerden uzak durmasına katkı sağladığını bizlere işaret etmektedir. O halde salih amelden anlamamız gereken şey: müminin asıl görevi ıslah edici olması toplumun huzuru, barışı ve kardeşliği için çalışmasıdır; her türlü fesadın fitnenin, terör’ün ve şiddetin karşısında olması gerekir; bu kötülüklerle karşılaştığında gerçeği, hakikati, sabrı, iradeli ve dirençli olmayı kendi hayatında göstermeli ve tavsiye etmelidir. Böyle olanları yani salih amel işleyenleri yüce rabbim varlıkların, canlıların içinde en iyisi en hayırlısı olmakla müjdeler.(4) Sözün özü yalnızca iyi olmak yetmez ıslah edici olmak, hakkı ve sabrı tavsiye edici olmak yani aktif iyi olmak gerekir. Bunlar imanın gereğidir. Bunu yapmayan fert veya toplum hüsrandan kurtulamaz.[1]
HABER MERKEZİ
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.