Türkiye ve Amerika Birleşik Devletleri arasında imzalanan milyarlarca dolarlık F-16 modernizasyon paketi, geçen günlerde ABD Kongresi’ndeki inceleme süresinin sorunsuz sona ermesiyle birlikte tamamlanma aşamasına geçti. Bu kararın Türk-Amerikan ilişkilerinde, özellikle savunma alanında kritik bir dönüm noktası olduğunu belirtmemiz gerekir. Zira, uluslararası savunma kaynakları, Türkiye’nin Rusya’dan S-400 alımını müteakip, Kongre’de birçok savunma alımının blokaja takıldığını ve Ankara’ya adı konmamış bir tahdit uygulandığını belirtti. Ancak mevcut durumda, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliklerinin önünün açılmasını müteakip onaylanan F-16V satışı, söz konusu kısıtlamaların fiili olarak son bulacağına ilişkin emareler gösteriyor. Türk-Amerikan siyasi-askeri ilişkilerindeki bir diğer kritik gelişmeyse ABD diplomasisinin en güçlü ve önemli isimlerinden siyasi işlerden sorumlu müsteşar Büyükelçi Victoria Nuland’ın, S-400 konusunun nihayete erdirilmesi halinde, Türkiye’nin F-35 programına geri dönüşünün mümkün olduğunu belirten ifadeleri oldu. Büyükelçi Nuland, Washington'daki herhangi bir bürokrat değil, ABD dış politikasında pek çok siyasi-askeri dosyaya yön veren en üst düzey diplomatlardan biridir. İçinde olduğumuz pozitif iklimde bir ABD yetkilisinin Ankara’nın F-35 programına dönüşü konusunda olumlu değerlendirme yapması bizatihi kritik.
F-16V modernizasyonu Türk Hava Kuvvetleri için ne anlama geliyor?
F-16V modernizasyonu, Türk Hava Kuvvetleri için sistemik bir sorunu çözmese de Türkiye’nin ara çözüm ihtiyacını karşılayacak en makul seçenek. Bunun birkaç nedeni var. Öncelikle F-16V, F-16 ailesinin en gelişmiş üyesi. AN/APG83 AESA radarı, F-16V varyantının en önemli özelliklerinin başında geliyor. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) envanterinde bulunan F-16 Blok 60 dışında, F-16V, ilgili savaş uçağı ailesinin, AESA radarına sahip tek üyesi. Yine Viper modernizasyonuyla savaş uçağının gövde ömrü de 12 bin uçuş saatine çıkacak. F-16V iyileştirmeleri kapsamında, Center Pedestal Display (CPD) gibi pilotun durumsal farkındalığını artıran sistem modernizasyonları da yapılıyor. Türkiye’nin ABD’den F-16 modernizasyon talebi incelendiğinde, yalnızca modernizasyon kiti ve yeni uçak talep edilmediğini müşahede ediyoruz. Paket kapsamında Ankara, aynı zamanda Türk Hava Kuvvetlerinin envanterini tahkim etmek için geniş bir mühimmat alımı da yapıyor. Söz konusu mühimmat alımı anlamlı. Zira, Ukrayna-Rusya savaşının gösterdiği bir gerçek var, 21. yüzyıl, uzun soluklu silahlı çatışmalara sahne olmaya aday. Dolayısıyla Türk Hava Kuvvetleri envanterinin hava-hava, hava-kara ve antiradyasyon füzeleri gibi geniş spektrumlu yeteneklerle çok yüksek sayılarda mücehhez olması elzem.
F-16V bir ara çözüm olarak değerlendirilmeli
Türkiye’nin hava harp yetenek inşa stratejisi, F-35 ve eski adıyla Milli Muharip Uçak olan KAAN’ın aynı anda envanterde yer almasına dayanıyor. Dolayısıyla KAAN, F-35 projesi için bir ikame değil. Öte yandan, Türkiye’nin S-400 alımı sonrası F-35 projesinden çıkarılmasıyla birlikte KAAN’ın dizayn felsefesinde bazı değişikliklere gidildiği ve Türk milli savaş uçağının bir hava üstünlüğü platformundan çok yönlü, askeri havacılık terimiyle multirole bir profile evrildiği söylenebilir. Elbette bu husus, ayrı bir yazının konusu. Ancak bir gerçek var ki Türk Hava Kuvvetleri, 2020’li yıllarda 5'inci nesil hava harekat kabiliyetine henüz geçemedi. Zira, F-35’leri takvim dahilinde envanterine katamadı. Tipik bir 4'üncü nesil savaş uçağı olan F-16 ise ciddi bir modernizasyona tabi tutulmadığı ve Viper düzeyine erişmediği sürece, Türk Hava Kuvvetlerinin ihtiyaçlarını karşılama hususunda yetersiz kalacaktı. O nedenle F-16V modernizasyonu, 2020’li yılları en az kayıpla atlatmayı başarıyla sağlayacak. Burada “en az kayıp” ifadesinin altını çizebiliriz. Zira F-16, Türk Hava Kuvvetlerinin pilot havuzunun ve yer ekiplerinin iyi tanıdığı, Türk savunma sanayi silah sistemlerinin ve çözümlerinin sertifikasyonlarının yapılabildiği ve Türk Hava Kuvvetlerinin çok uzun yıllar üzerinde muharip tecrübe kazandığı bir savaş uçağıdır. Öte yandan sistemik ihtiyaç, 5'inci nesil hava harekat yeteneklerine hızla geçmemiz ve söz konusu gereksinimin karşılanması, tahminen 2030’ların ortasını bulur. Dolayısıyla Türkiye’nin F-35 programına kısıtlı bir alımla da olsa dönmesi, 5'inci nesil hava harekat kapasitesinin daha hızlı kazanılmasının önünü açacaktır.
Türkiye’nin F-35 programına geri döndüğü bir senaryoda yalnızca F-35A değil, aynı zamanda kısa kalkış dikey iniş yapabilen F-35B varyantının alımı da değerlendirilebilir. Söz konusu alımın gerçekleştirilmesi durumunda, TCG Anadolu’ya bir 5'inci nesil donanma havacılığı kapasitesi de kazandırılacaktır. Elbette böyle bir alım projesi, Türk Hava Kuvvetlerinin, Türk Deniz Kuvvetlerine desteğinin daha çok olacağı bir senaryoyu da beraberinde getirecektir. Ancak F-35 meselesinin en kritik veçhesi, savunma sanayidir. Zira Türkiye, F-35 savaş uçağını hazır alım yoluyla temin edecek ülkelerden biri değildi. Aksine Ankara, F-35 konsorsiyumunun 3'üncü seviye ortağıydı. Dolayısıyla F-35 programından dışlanmanın maliyeti, belki de esas Türk savunma sanayi için geçerliydi. Ankara’nın programdan çıkarılması, birçok önemli Türk firmasının, milyarlarca dolarlık bir portföyü kaybetmesine neden oldu. Bu nedenle Türkiye’nin F-35 projesine dönüşünün gündeme gelmesi kapsamında, Türk savunma sanayinin F-35 portföyüne dönmesi, en az yapılacak alımlar kadar hatta belki de daha da kritik önem taşıyor. Bu çerçevede yine bir dönem Eskişehir’de bir F-35 bakım üssünün planlarda olduğu da hatırlanmalı. Son olarak, yıllar önce Türkiye’nin F-35’leri ABD’de tanıtılırken, uçakların yanlarında Türk savunma sanayinin üretimi milli mühimmatların yer aldığı bir görüntü verildiği de unutulmamalıdır. Dolayısıyla yine uzun vadede Türkiye’nin F-35 projesine dönüşü düşünülecekse Türk çözümlerinin sertifikasyonunun da gündeme gelmesi gerekli olacak.
Bundan sonrası ne gösterecek?
Milyarlarca dolarlık hiçbir savunma alımının, sadece savunma teknolojileri zemininde değerlendirilemeyeceğini vurgulamakta yarar var. Söz konusu alımlar, her zaman önemli siyasi nitelikler taşır. Bu çerçevede F-16V alımı da Türk-Amerikan ilişkilerinde en azından daha olumlu bir seviyeye geçişi temsil ediyor. Bu noktada esas kritik mesele, söz konusu fırsat penceresini genişleterek, Türk-Amerikan siyasi-askeri ilişkilerinde genel bir iyileşmeye dönüştürebilmek. Türk-Amerikan siyasi-askeri ilişkileri, S-400 dosyası oldukça, halen önümüzde üzerinde hassasiyetle çalışılması gereken bir ajanda olarak kalacak. Ancak şunu tespit etmemiz gerekir ki, Ankara ve Washington arasında savunma diplomasisi, bundan 1 yıl önce olduğundan çok daha olumlu durumda.
[Dr. Can Kasapoğlu Hudson Enstitüsü kıdemli analistidir. Askeri bilimler ve açık kaynaklı savunma istihbaratı üzerine uzmanlaşmaktadır.]
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.