Yüzlerce enstrümantal ve sözlü bestenin sahibi, büyük virtüöz, gönül adamı; Göksel Baktagir... Ben ya da binlerce hayranı ondan bahsederken, akla gelebilecek bir çok güzel sıfattan biri ya da birkaçını isminin başına ekleyerek başlıyoruz cümleye ama Baktagir ile bir kaç dakika iletişim kurmuş olan herkes bu sıfatların onun üzerinde 'sanatını daha iyi icra etme sorumluluğu' dışında hiç bir etki bırakmadığını açıkça görecektir. Nezaketi ve mütevaziliği ile sanki tüm o heybetli çalışmalara imzayı atan kendisi değilmişcesine, kendisini öven bir söz işittiğinde ufak bir teşekkürün ardından övgünün üzerinde durmamak için elinden geleni yapıyor. Göksel Bey, verdiği konser sonunda, tüm yorgunluğuyla oradan ayrılmak üzereyken, yanına gelen ve 'hocam bu makam nasıl çalınır?' diyen bir genci bırakın geri çevirmek, imkan varsa hemen orada girşeyler anlatamaya, imkan yoksa da 'şu gün şu saatte şuraya gel anlatayım' diyebilecek kadar da enerjiyle, aktarma, öğretme isteğiyle dolu bir sanatçı. Kendisiyle röportaj yapmak için yanına gittiğim gün aynı zamanda O'nun canlı performansına ilk defa şahit olduğum gün oldu. Konserin ne kadar mükemmel olduğundan bahsetmeme zaten gerek yok ama konser öncesi Baktagir ile yapılan o sohbetten kesitler bu hafta Pazar Sohbetleri'nin bel kemiğidir efendim. Keyifler ola...
SOSYAL MEDYADA BAZEN KİŞİLER İLE İLGİLİ ZAMAN ZAMAN ÇOK ACIMASIZCA YAPILMIŞ KÖTÜ ELEŞTİRİLERE DE RASTLAYABİLİYORUZ AMA SİZİNLE İLGİLİ YAZILMIŞ AĞIR ELEŞTİRİLER YA DA ACIMASIZ YORUMLARA RASTLAYAMIYORUZ. BUNU NEYE BAĞLIYORSUNUZ?
Makamlardan, notalardan ve kocaman bir duygu okyanusundan seslenmeye çelışıyorum insanlara ve bunun altında yatan tek niyet gönüllere seslenmek. Uzun yıllardan beri güzel müziğimizin içindeki o duru sesleri keşfetmeye talip oldum. Bu güne kadar duygularımı paylaşmak adına yaptığım çalışmalarda ana eksen gönül oldu. Yani gönlümü katarak bir şeyler yapmaya çalıştım. Ne zaman ki siz o gönül sızınızdaki sizi titreten hissi bırakıp da tamamen profesyonelce, matematiksel bir icranın peşine düşerseniz, bunu bir iş olarak görürseniz sorunlar baş göstermeye başlar. Müziği egolarınızdan ve müzikle ilgili olmayan diğer kişisel kaygılarınızdan ayırmazsanız o acımasız eleştirilere belki de o zaman hedef olma riskiniz ortaya çıkıyordur. Bu noktada ben hakkımda kötü sözler, acımasız eleştiriler ya da benzeri üzücü şeylerle karşılaşılmamasını sadece müzik eksenli ve yine sadece gönülleri hedefleyerek bir şeyler yapmaya çalışmamıza bağlayabiliriz diye tahmin ediyorum. Ne mutlu ki gönlüne erişmeye çalıştıklarımız da bizi gönüllerine koymuşlar.
SİZE ATFEDİLMİŞ SIFATLAR VAR, MESELA ‘BÜYÜK USTA’, ‘BÜYÜK YETENEK’, ‘OLAĞANÜSTÜ VİRTÜÖZ’… Kİ DAHA DA SIRALAYABİLİRİZ AMA BU SIFATLARIN ÖTESİNDE SİZİN KENDİNİZE YAKIŞTIRDIĞINIZ BİR SIFAT VAR MI?
Sağ olsun bu sıfatları yakıştıranlar. Ama sıfatlardan önce gelen unsur kişinin tam olarak ne yapıyor olduğudur. Mesela enstrüman benim için sadece kendimi anlatmaya, tanımlamaya çalışırken yardım aldığım bir araç. Ancak sizin kendinizi ifade etmeye çalışırken kullandığınız o araçta gizlenme şansınız da yoktur. O sizinle ilgili ip uçlarını hemen ele verir. Ben kendi yolculuğumda, kendi aynamı parlatmaya çalışıyorum. Dolayısıyla zaman içerisinde dinleyicilerimden benim için ‘gönül adamı’ olarak bahsettiklerini öğrendim. Bu elbette çok güçlü bir tanım ama ben de bu işi gerçekten gönlümü ortaya koyarak yaptığımı düşünüyorum.
350 CİVARNDA ENSTRÜMANTAL, 150 CİVARINDA DA SÖZLÜ BESTE ÇALIŞMASI OLAN BİR SANATÇISINIZ. VE BU ÇALIŞMALARIN HER BİRİ DOLU DOLU, YAPILMAK İÇİN YAPILMAMIŞ ESERLER. BU NOKTADA AKLA GELEN SORU ŞU; NASIL BU KADAR ÇOK ÜRETEBİLİYORSUNUZ, SANAT ANLAMINDA SİZİ BESLEYEN KAYNAK NEDİR?
Eskilerin bu gibi konuyla ilgili çok güzel bir tanımlaması var aslında. Eskiden, beste yapanlara ‘Bestekar’ denmiyormuş, yani tesir eden anlamında olan ‘Müessir’ kelimesi tercih ediliyormuş. Bestelenen eserlere de ‘Tasnif’ adı verilirmiş. Bu tanımların da ötesinde aslında her şey Yaradan’ın sınırsız ve sonsuz hazinesiyle alakalı. Yaradan size bir yetenek, bir beceri bahşettiği zaman siz de bunu kendi uğraşlarınızla işleyip, o hazineden kendinizce tasnifler yapmış oluyorsunuz. Kapıyı buradan araladığımızda gideceğimiz nokta asıl kaynağın ta kendisi oluyor. En büyük ilhamın o asıl kaynak olduğunu anlıyoruz ve o sonsuz hazinenin çıkış noktası olan büyük resmi görmüş oluyoruz. Yüce Yaradan’ın herkeste bir yansıması var elbet, tabii ilhamı tetikleyen şeylerden biri de bu. Bu noktada güzel insanlarla bir araya geldiğinizde bir sohbet ortamı bile size bir şeyler katabiliyor ya da ilhamınızı tetikleyebiliyor. Ürettiklerimiz, yaşadıklarınızın bir haritasıdır. Toparlamak gerekirse, beslendiğim kaynak Yaradan’ın sonsuz hazinesinin ta kendisidir.
SİZİ FARKLI KILAN ŞEYLERDEN BİRİSİ DE KANUN ÜZERİNDE GELİŞTİRDİĞİNİZ ‘SOL EL TEKNİĞİ’ OLARAK DA BİLDİĞİMİZ ÖZGÜN TARZ. BU ENSTRÜMANI, BU GÜNE KADAR ÇALINDIĞI ŞEKLİYLE ÇALMAYIP DA SİZİ YENİ TEKNİKLER GELİŞTİRMEYE İTEN GÜÇ NEYDİ?
Kanun, iki elle çalınan, pırıl pırıl sesler aldığınız, müthiş bir derinliği ve zenginliği olan bir enstrüman ancak ben yenilikler yapmak istedim. En basit ifadeyle anlatacak olursak, kanunun sağ ele yakın olan bölgesi tellerin üzerinden geçtiği bir eşiktir ve sağ elle buraya yapılan mızrap vuruşlarından daha metalik bir ses çıkar. Ancak sol tarafa yaklaştığınızda daha derin tonlar elde edersiniz. Bir de sazın sol tarafında bir asimetri vardır, orada da mandal dediğimiz sesleri diyez, bemol vb. tonlara çeviren bir araç vardır. Bu bağlamda sol elle çalmamız, hem mandalla sesleri daha kolay değiştirmemizi sağlar, hem de köprüden uzaklaşıldığı için daha derin ve homojen tınıların elde edilmesini sağlar. Ayrıca enstrümanda tek hedef notaları çıkarmak değil, güzel tınıların peşine düşmektir. Müziğin ruhu diyebileceğimiz vurgu unsuru da çok önemli. Ben de bu nedenlerden dolayı istediğim o güzel sesleri elde etme isteğiyle hareket ettim ve ortaya böyle bir teknik çıktı.
BİR SANAT OKULU AÇMAYI VE ÖĞRENCİLERİNİZİ BİR ÇATI ALTINDA TOPLAMAYI DÜŞÜNMEZ MİSİNİZ?
Antalya’da on küskür yıldır danışmanlığını yaptığım Düş Bahçesi Sanat Merkezi, orada yetiştirdiğimiz öğrencilerimiz var ve bu oluşum aslında bahsettiğiniz okulun bir tomurcuğu gibi. Ancak taşıma suyuyla değirmen dönmez. Bu nedenle de yaşadığım şehir olan İstanbul’da ikinci derecede tarihi bir mekan edindik. Burası, restorasyonu başlamak üzere olan, sevimli, küçük, ahşapla betonun buluştuğu Kadıköy-Moda taraflarında bir bina. İnşallah bir yıl içinde de hayalini kurduğumuz o sanat okulu haline gelecek.
SİZİN İÇİN SÖYLENEN VE SİZİNLE ÖZDEŞLEŞMİŞ BİR SÖZ VAR; ‘ENSTRÜMANIN SINIRLARINI ZORLAYAN ADAM’. BU YAKIŞTIRMAYLA İLGİLİ NELER SÖYLEMEK İSTERSİNİZ?
Bu sözün altında başka bir mana var diye düşünüyorum. Bunu enstümanın sınırlarını zorlamak değil de, genel manada müziğin sınırlarını zorlamak olarak değerlendirsek daha açıklayıcı olacak sanırım. Çünkü siz ne kadar büyük bir virtüöz olsanız da enstrüman sadece bir müzik aletidir ve sınırları aynıdır. Ancak musiki dediğimiz derya, sınırsızlıklar ilmidir. Çünkü sınırsız titreşimlerle bir şeyler elde edip yol almaya çalışıyoruz. Bu noktada teknik olarak da öyle bir noktaya gelmelisiniz ki, çaldığınız enstrümanın adata cambazı olmalısınız.
Yıllar içerisinde de ben kendi adıma çaldığım sazın imkanlarını nasıl artırım diye düşündüm. Çabam biraz da kendimi aşmaktı. Çalışmalarım sonucunda baktım ki enstrüman da benimle birlikte kendini aşmaya başlıyordu. O sözde ifade edilmek istenen şeyin zeminini bunlar oluşturuyor aslında. Tabii çalışmalarım ve çabalarımda ön planda hedeflenen bir diğer unsur da gelecek kuşaklara bırakılabilecek bir şeyler bırakmak istiyor oluşumdur.
BU ANLATTIKLARINIZ DOĞRULTUSUNDA BEN BİR BİLİM ADAMI TİTİZLİĞİ SEZİYORUM, BU SEZGİ DOĞRU MU?
Evet, aslında doğru. Başak burcuyum ve başak burcunun belirgin özelliği olan mükemmeliyetçi tavrı da aynen taşıyorum. Tabii asıl neden yaptığım işi aşırı önemsiyor oluşum ve bunu en iyi en güzel şekilde yapılmayı istiyor oluşum. Üzerinde titizlikle çalıştığım bestelerimle birlikte bir duygu ailesi oluştu, sonra bunlar albümlere dönüştü. Hatta albümlerimde ticari olarak düşündüğünüzde asla o albüme koymayacağınız egzersiz mahiyetinde yapılmış bestelerim de yer aldı.
MÜZİKAL ANLAMDA DOKUNDUĞUNUZ TEK MECRA TÜRK MUSİKİSİ OLMADI, NEW AGE YA DA CAZ GİBİ TÜRLERLE DE İLGİLENDİNİZ. BU ÇOK YÖNLÜ BAKIŞ AÇISINDAN DA BAHSEDEBİLİR MİYİZ BİRAZ?
Bu günün bir ritmi ve tarzı olduğunu düşünerek hareket ettim. Ama bu dün dünde kaldı mantığıyla yapılmış bir hareket de değildi. Geçmişten geleceğe köprüler kurma gayretiyle müziği oluşturmaya çalışıyorum. Her bitki kendinden beslenir özlü sözünü hatırlamak gerek. Çok şanslıyım ki Türk Musikisinin çok değerli isimlerinin öğrencisi oldum ve o geleneklerden beslenmeye devam ediyorum. Bunun yanı sıra yaşanılan zamanın heyecanı ve yeniliklerini de göz ardı etmek istemiyorum. Bu noktada da sentez çalışmalar ortaya çıkıyor. Sentezi yaparken ya da eskilerden getirdiklerinizin deforme olmaması için de özen göstermeniz gerekiyor. Batılı gruplarla ortak çalışmalar yaparken, ben o batılı alt yapının aransa mutlaka bizim o makamsal renklerimiz katıyorum.
BATI FORMUYLA BENZERLİKLERİMİZ ÇOK FAZLA DEĞİL, SENTEZLER YAPARKEN ZORLANMIYOR MUSUNUZ?
Benzerlikler yok değil aslında. Örneğin caz, dünyayı kuşatan bir tarz. Ana unsuru da doğaçlama dediğimiz kompozisyonlardır. Bu kompozisyonlar da müzikte belirli kalıpların dışında o anda gönlünüzden geçen neyse onu yapıyor olmakla ortaya çıkar. Ama dünyayı saran bu tarz, yüzyıllar öncesinde Türk müziğinde zaten vardı. Mesela, Türk müziğinde, enstrümantal caz formunun adı ‘Taksim’dir. Yine Gazel, Kaside gibi müziklerimiz de caz formundadır. Ama biz müziğimizi tanıtma ve yaşatma noktasında farklı adımlar atmamış olduğumuz için bunlar pek bilinmiyor.
PENBE KOÇ
İSTANBUL
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.