Başbakan Recep Tayyip ERDOGAN akıl almaz biçimde gergin ve sinirli. Giderek sertleşen ve doğal olarak ta ahlaki seviyesi tepetaklak inişte olan bir üslupla muhalefet partilerinin liderlerine saldırıyor. En hafif dozlu hakaret cümlelerinde bile "Utanmaz", "Yalancı", "Yürüyen yalan" "Şerefsiz", “Haysiyetsiz" gibi sıfatları pervasızca savuruyor. Ne yazık ki karşılığını da aynı üslupta alıyor. Kamuoyu büyük bir şaşkınlık içinde bu klinik tabloyu izliyor.
Yandaş basın da Başbakana aynı seviyede ve aynı üslupla gaz vermeye devam ediyor. Her gün siyaset konusunda makaleler döşenen " çok Müslüman(!)" köşe yazarlarından bir tanesi bile bu söylemin bir ülkenin başbakanına yakışmadığı, başbakan'ın daha nazik ve makul bir söylem kullanması gerektiği yönünde tek cümle bile kurmuyorlar, KURAMIYORLAR. Başbakan hapşırsa aynı anda hepsi birlikte nezle oluyorlar. Bu seviyesizlik Türkiye'yi nereye götürür bilemiyoruz ama hepimizin içinde ciddi bir endişe var. Üslubun düzelebileceği yönünde de hiçbir umudumuz kalmadı. Hatta daha da çirkinleşeceğinden korkuyoruz.
Bu çirkin siyasi söylemin malzemesi ise kendisinden daha iğrenç olduğu hususunda artık bir fikir birliği (çok şükür ki) oluşmuş bulunan YATAK ODASI KASETLERİ... Yüksek düzeyde bir organize gücün kişilerin yatak odalarına yerleştirdiği kameralarla kayda aldığı görüntüler seçim meydanlarında, kasetlerin içeriğinden daha iğrenç ifadelerle pazarlanıyor. Hesap açık. 9 yıllık skandal yönetimlerinin hesabını veremeyeceğini bilen iktidar partisi, bu seçimde mağdur rolünü de artık kaptırmış olduğundan, bedava seçim kazanamayacağını biliyor, elindeki bu bel altı malzemelerle, MHP yi seçim barajının altında bırakarak havadan 100 küsur milletvekili kazanmak ve iktidarını korumak istiyor.
Bu iğrenç propagandanın bir diğer amacı da işsizlik, yoksulluk ve bölücü terör gibi ülkenin temel gündem maddelerinin tartışılmasını ve iktidarın ipliğinin pazara çıkarılmasını önlemek. Doğrusu bu amaç bakımından başarılı olduklarını da kabul etmek zorundayız. 9 yılda kendilerine sadece YARDIM TORBALARI DAĞITILARAK uyutulmuş, geleceğe dair hiçbir ümitleri kalmamış 13 milyon insanımız 9 yılda yoksulluk ve açlık sınırının altına itilmiş olmalarının hesabını soracak takati bile kendilerinde bulamıyorlar. Zaten içlerinden çıkabilecek 1-2 kişi olsa bile daha ağızlarını açtıkları anda başbakanın milisleri tarafından derdest edilip susturuluyorlar. İleri demokrasimizin tahammül edemediği tek şey eleştiri. En doğal eleştirilere bile zerre kadar tahammül yok. Demokrasi rejimlerinin en vazgeçilmez hakkı olan "eleştiri hakkı" AKP nin getirdiği İLERİ DEMOKRASİDE kendine bir türlü yer bulamıyor.
Ancak bu seçim kampanyasında çok ilginç gelişmeler de yaşanıyor. Bundan önceki seçim dönemlerinde Başbakan'ın muhalefet partilerine yönelik en sık kullandığı "SİVASIN DOĞUSUNA GİTMEYE KORKUYORLAR. GİDEMEZLER" sözü artık tarih oldu. Muhalefet partileri en uzak Güneydoğu illerinde bile miting düzenliyorlar. Bu faaliyetlerin en ilginci de şüphesiz CHP nin Hakkâri mitingi oldu. AKP ve CHP mitingleri Hakkâri’de 3 gün ara ile yapıldı. Başbakan'ın miting yaptığı gün Hakkâri’de bütün kepenkler kapatıldı. İnsanlar sokağa bile çıkmadılar. Sokakları çöp yığınları ile doldurup evlerine çekildiler. Başbakan Hakkâri meydanında kendi yanında başka illerden getirdiği partililer ve seçim meydanını adeta kuşatan 3-4 bin polisin katılımı ile oluşan bir kalabalığa hitabetti. Çok öfkeliydi. Kepenkleri kapatan ve kendisini dinlemeye gelmeyen Hakkârililere ağzına geleni söyledi. Hatta Hakkâri Belediyesine yasa gereği Genel Bütçeden İller Bankası aracılığı ile yapılan Destek yardımlarını toplayıp çıkararak, sanki babasının parasından vermiş gibi "BEN BUNLARA 60 TRİLYON VERDİM. SOKAKLARI BİLE TEMİZLEYEMİYORLAR" diye de sitem etti.
Sadece iki gün sonra CHP lideri aynı meydana geldiğinde ise tüm işyerleri açıktı. Hakkâri adeta miting meydanına akın etmişti. Canlı bir katılım vardı ve Hakkâri’de yaşayan herkes meydana doluşmuştu. Bu manzara AKP yi ve Yandaş basını çok öfkelendirdi. Hemen ertesi gün "Meydana gelenlerin CHP’li olmadığı, tamamına yakınını BDP’lilerin hatta PKK’lıların oluşturduğunu" ayrıca "meydanda Türk Bayrağı açılmadığını, sadece CHP bayraklarının bulunduğunu" yazıp çizdiler. Buradan hareketle "CHP ile PKK kol kola girdi " sonucuna ulaşıp bu kanaatlerini akılları sıra PKK ya destek vermeyen Güneydoğu halkını yanlarına çekebilecek bir sihirli formül sayıp manşetlerine taşıdılar.
Komik olan şuydu. 1977 Genel Seçimlerinde CHP Hakkâri’den (Tüm ilçe ve köyleri dahil) sadece 3080 oy almıştı. Oransal oyu ise sadece %03 tü. Bu oyları veren herkes o gün Hakkâri meydanında olamayacağına göre meydanda toplanan 15.000 in üzerinde insanın CHP’li olduğunu Sayın Kılıçdaroğlu bile iddia edemezdi. Etmedi de zaten. Tabi ki bu insanların içinde en az %80-%90 oranında o güne kadar CHP’li olmayan vatandaş bulunacaktı. Zaten miting denilen şey de bunun için yapılırdı. Sırf partililer için miting yapmanın bir anlamı olamazdı. Önemli olan partili olmayan seçmenlere ulaşmak ve onlarla diyalog kurabilmekti. CHP bunu başarmış, başbakanın kimseyi getiremediği Hakkâri meydanını, o güne kadar CHP’li olmamış seçmenlerle ağzına kadar doldurmuştu. İşte AKP yi kahreden tablo buydu.
Meydanda Türk Bayrağı yoktu şeklindeki eleştiri ise birincisinden de abesti. Doğrusu biz meydanda Türk Bayrağı var mıydı yok muydu gibi bir tespit yapmış değiliz ama bilinen bir hususu tekrarlayarak bu eleştirinin anlamsızlığını açıklayalım. Ne Siyasi Partiler yasasında, ne de seçim yasasında siyasi partilerin meydan mitinglerinde Türk Bayrağı bulundurmayı zorunlu kılan bir düzenleme mevcut değil. Yakın zamana kadar ULUSALCI olmakla suçladıkları CHP’nin Türk Bayrağına karşı bir tutum takındığını iddia etmek ise artık alıştığımız ve klasikleşmiş bir AKP çelişkisi olmaktan öte bir anlam taşımıyor.
Sözün özü ne diyecek olursanız şunu derim: AKP ve Sayın Başbakan çok zor günler geçiriyor. Umut bağladığı tüm silahlar bir bir geri tepiyor ve AKP çoktaaaan hak ettiği erime sürecini hızlı biçimde yaşıyor. Bana sorarsanız tek çıkış noktası yeni bir askeri muhtıra ama, TSK içinde siparişle muhtıra yazıp yayımlayacak yeni bir Yaşar Büyükanıt’ta yok ki!...
Yine Türbanı mı kullansınlar dediniz?
Hadi canım...
Güldürmeyin adamı...