Evet evet eskiden… birlikte ve sırayla tarlalarımızda çalışır, ekmekler yapılır, çamaşırlar yıkanır, sebze ve meyveler toplanır, okullar, camiler temizlenir, hastalıkta, afetlerde yekvücut olunurdu.
Son dönemde o kadar yoğun dozda ben merkezli olmak için çok büyük çabalar içerisine girildiğini görüyorum. Halbuki kurtuluş reçetesi biz olmaktan geçiyor.
Özgüvene sahip kişiler, daha çok bilgi paylaşır ve takım çalışmasına daha yatkın olurlar. Bu kişiler böylelikle daha büyük başarıları beraberinde getirirler. Bütün bunların sonucunda da biz olma bilinci kendiliğinden oluşur.
Biz olmanın bilincine sahip kişiler iyimser bakış açılarına sahiptirler ve çözüme odaklanırlar, asıl amaçları insanlara nasıl bir faydaları olacağıdır, bardağın dolu tarafından bakarak fikirlerini geliştirirler, başkalarını da hesaba katar ve fırsat verirler.
Sağlıklı bir yaşam için; sosyalleşme, bağlı hissetme (dengeli seviyede),biz olma, ait olma kavramlarıyla fiziksel ve ruhsal anlamda güçlü bir korelasyonun olduğunu özümsemek gerekiyor.
Ben ve biz ilişkisini sayılarla en net, 5 + 5 = 10 ederken 5 * 5 = 25 eder işlemiyle pekiştirebiliriz. Biz olduğumuzda, tek tek güçlerimizin toplamından daha fazla güç elde etmiş oluruz.
Biz kavramı; bir yapbozun parçaları gibi birbirinden farklı fakat birbirlerini tamamlayan bir bütündür. Her bir birey bir boşluğu dolduruyor. Her birey biz kavramının en önemli üyesidir.
M.Atkinson’un dediği gibi; “Başarı, Ben’le değil, Biz’le olur; çünkü pek çok aklın ve elin ürünüdür.”
Çok önemli ve hassas bir nokta da şudur ki; kollektif ortamda sen olarak kalabilmen ve kendi öz değerlerini kaybetmeden BİR olabilmektir.
Rivayete göre; dervişin birine, “sevginin dilde kalanı ile gönülde olanı” arasındaki farkı sormuşlar.
Dilde kalanlar için, mükemmel bir ziyafet sofrası kurulmuş. Ellerine, boyu bir metreye varan uzun kaşıklar verilmiş.
Yemekler oldukça leziz ama ağıza götürmek de bir o kadar zormuş. Kısa mesafeye sığmayan uzun kaşıklar yüzünden, dile ve damağa değmeden yere dökülüyormuş.
Çırpınmışlar, didinmişler, yemeyi başaramamışlar. Allah’ın lütfu ile ikram edilen onca güzel nimete rağmen; karınlarını doyuramadan sofradan kalkmak zorunda kalmışlar.
Bir sofrada da sevgiyi dilinden derununa indirebilenler için kurulmuş. Onların ellerine de aynı uzun kaşıklar verilmiş.
Aralarında kusursuz bir “imece” uygulaması başlamış. O uzun kaşıkları kısa mesafedeki kendi ağızlarına götürmeye çalışmak yerine, karşı taraflarında oturan kardeşlerinin ağızlarına uzatıyorlarmış.
Böylece, iki insan tipi arasındaki fark çok net görülmüş olmakla birlikte zihnimizde şu atasözünü anımsatıyor; “el eli yıkar, el de döner yüzü yıkar”.
Tam da böyle bir şeydir kültürümüzün “imece” geleneği. Dostluğu, kardeşliği, yardımlaşmayı ve iyiliği birleştirip geliştirir.
Hayata tekrar o pencereden bakabilmek dileğiyle,
Sağlıklı kalın lütfen.