Üç ihtiyar yolda yürüyordu. Biri elini kaldırdı ve Selam verdi yanından geçen adama. Selamı sadece dili eliyle vermedi, gözleri de o kadar içtendi ki, o bile yeterli. Uzun zaman olmuştu böyle selam verilmeyeli. Aslında ne kadar güzeldi o selamlaşmalar ve ne kadar samimi ve içtendi.
Yokuştan yan sokağa saptı, merdivenli bir yol vardı, oradan çıkıp diğer sokağa geçti. “İyilik bulaşıcıdır” derler, gerçekten öyle olmalı. Yokuştan inen sokakta bir adam tek Katlı evin girişinde merdiven tamir ediyordu. Ona kolay gelsin dedi. Bunu derken içinden bir şeyler onu dürtmüş motive etmişti. Bu, biraz önce selam veren dedenin gözleri olabilirdi.
O dedenin selamı, amcasının her gördüğüne selam verişini getirdi hatırına. Tanıdığı ama daha çok tanımadığı her gördüğüne selam verirdi amcası. O zaman çocuk aklıyla şaşırır biraz da kızardı ona. Yolda ilerlemek böyle müşkül olur mu? Ama oluyordu işte. Gel gör ki amcasının sokakta rastgele selam verdikleriyle olan ilişkisi zamanla çok daha iyi olmuştu ve bu bir selamla başlamıştı. Aslında yıllar öncesinde de insanlar birbirlerine selam verir sonra laf lafı açar sonra muhabbette ortak noktalar ortaya çıkan veya çıkarılırdı. Sonra ya asker arkadaşı ya bir ahbabının tanıdığı ya bir düğün meselesi vs. derken kırk yıllık dost olup çıkardı çoğu insanlar.... Aslında bu duyguyu yurt dışı seyahatlerinde de yaşamıştı. Alışverişe gittiğinde her kapı girişinde ya da çıkışında tanımadığı insanların gülen yüzüyle birlikte selamını almıştı. Nedendir biz pek asık suratlı, pek gerginiz bu sıralar. Bu da sözlerimize yansıyor. Belki de iç dünyamız karanlık, huzurlu değil. Belki de iç huzurumuz ya da mutluluğumuz yarım kalıyor.
Selam güvendir, selamettir. Güven vermek güven duymak ayrı bir durum. Sen bana, ben sana ayrı nasıl güven duyacağız? Belli ki kapıyı selamlaşmak açacak. Bak bin dedenin selamı nelere vesile oldu! Ah be dedem! Selamını tekrar alıyor ve sana sağlıklar diliyorum.