Barutçu, “ Ümmet kan ağlarken biz vurdumduymazlıktayız”

Anadolu Gençlik Derneği Çarşamba Şube Başkanı Mustafa Barutçu, çarpıcı açıklamalarda bulundu. Barutçu, " Ümmet kan ağlarken bizim sorumluluklarımız ve vurdumduymazlıklarımız var" dedi

Anadolu Gençlik Derneği Çarşamba Başkanı Mustafa Barutçu, "Ümmet kan ağlarken bizim sorumluluklarımız ve vurdumduymazlıklarımız var. Onun için kendimi de içine alarak, bu sorumsuzluğun düzelmesi için anlatacağım yazıyı size karşı bir borç biliyorum. Bu yorumu mutlaka ama mutlaka okuduktan sonra Rabbim bizleri daha duyarlı ve faydalı olmayı,ümmet adına İslam ve tüm insanlık adına nasip etsin” dedi.

Barutçu, açıklamalarına şöyle devam etti. “Kapatın gözlerinizi. Uzunca bir yolculuğa çıkıyoruz şimdi. Her şeyi bir kenara bırakın. Kısa bir süreliğine koşuşturmacanızı durdurun. Zihninizde biriken soruları, gün içinde yetiştirmeniz gereken işleri unutun. Bütün tasalar, sıkıntılar; salıverin gitsinler. Şimdi, “Sizin derdinizi, biz derman biliyoruz” diyen bazı insanları ziyaret edeceğiz. Çay mı içiyorsunuz, bırakın. Yemek mi yiyorsunuz, bırakın. Bir türlü kavuşamayan pembe dizinizin âşıklarını mı izliyorsunuz, onu da bırakın. Komşu oturmasında, derbi maçında, spor salonunda... Konuşurken, kızarken, ağlarken, çocuğunuzun saçını okşarken... Her ne yapıyorsanız, koyun olduğu yere. Çünkü sesleri duyabilmemiz için zihnimiz boş olmalı bu yolculukta. Kalbimiz bomboş olmalı ki gözlerimizle değil, kalbimizle görebilelim resimleri".

"Her şey tamam ve herkes hazırsa, başlayabiliriz yolculuğumuza. Doğu’ya yöneliyoruz. Uzaklara, buradan çok uzaklara dikiyoruz gözlerimizi ve “Doğudaki bir Müslümanın ayağına diken batsa, batıdaki Müslüman bu dikenin acısını, içinde hissetmedikçe kâmil iman etmiş sayılmaz.” düsturuyla adımlarımızı sıklaştırıyoruz. Acılı bir babanın misafiri oluyoruz ilkin. Askerlerin gece yarısı baskınıyla oğlunu ve kızını kaçırdıklarını anlatıyor ağlaya ağlaya. Neden kaçırdıklarını sorduğumuzda, her gece böyle baskın yaptıklarını, erkekleri organ mafyasına, kızları fuhuş çetesine sattıklarını öğreniyoruz. Meğer gece yarısı olmadan önce, kendi adamlarının evlerine işaret koyup kalan evleri yağma ediyorlarmış. Ve itiraz etme hakkı yokmuş hiçbir müslümanın. Yetimhane olarak kullanılan camilerin, içindeki yetimlerle beraber yakıldığını, hiçbir şehidin dini usullerle defnedilmesine izin verilmediğini, yüz binlerce insanın katledilip, yüz binlercesinin kayıp olduğunu bir çırpıda anlatıveriyor bize. Sonra bizi bırakıp koşarak aramaya devam ediyor, can yongalarını. (Myanmar)

Kolumuz kanadımız kırık, düşe kalka yolumuza devam etmeye çalışıyoruz. Bir başka diyar, bir başka ev, bir başka inilti… Girip bakıyoruz ki gencecik, yatalak bir kadın. “Yavrum” diye ağlayıp duruyor. Kadın konuşamıyor da üzüntüsünden, yanında ona bakan annesi anlatıyor. Meğer orada kadınların üçüncü çocuğa sahip olmalarını yasaklamış hükümet. Hamile olanları da traktörlerin arkasına bağlayıp, bebekleri düşene kadar sürüklüyorlarmış. Bu kadın, bebeği sekiz aylık olana kadar başka bir yerde saklanmış ama sonunda bulmuşlar ve zorla almışlar bebeğini. Şimdi bebeği ölü mü diri mi, ondan bile habersiz bir şekilde yatağında yavrusunu çağırır dururmuş. (Doğu Türkistan)

Hemen yol arkadaşlarımızın bir kısmının eli, karnına gidiyor gayri ihtiyari. Birkaç ay sonra doğacak olan yavrularının acısıyla sızlıyor içleri.

Ardımıza bakmadan kaçmak istiyoruz oradan. Nereye gittiğimizi bilmeden koşuyoruz. Bilmem ne kadar koştuktan sonra, yetmiş beş yaşlarında bir ihtiyar durduruyor bizi. “Yoksa bizi kurtarmaya mı geldiniz?” diye sarılıyor boynumuza. Önceki gördüklerimizi unutmaya çalışarak, “Ne derdin var teyze?” diyoruz. Teyze anlatmaya başlıyor: “Bizim topraklarımız çok zengin evladım. Zümrüt, yakut, petrol, pirinç, kereste… Ne ararsan var şu bastığın toprakların altında. İşte bu yüzden yıllar var ki bizi atmak için uğraşıyorlar. Kimseye bir zararımız yok, dinimizi yaşayıp gidiyoruz ama onlara yetmiyor. Her yere Budist tapınağı dikerken, bizim camilerimizi, evlerimizi ateşe veriyorlar. Binden fazla can şehit düştü bu topraklarda, yüz binden fazlası da işte benim gibi evsiz kaldı.” diyor. Meğer asırlık gözleri neleri görmüş diye hayretler içinde kalarak soruyoruz: “Göç edecek bir komşu ülke yok muydu teyzeciğim?” Derin bir ah çekiyor. Öyle derin ki, içinde kaybolup gidiyoruz. Sandallarla Bangladeş’e gittiklerini ama onların da kendilerini zulmün kucağına geri yolladıklarını anlatırken, kızgınlık, kırgınlık ve hayal kırıklığı doluyor gözleri. Arkamızı dönüp giderken, “Siz de gidin bakalım, bizi bütün bu acılarımızdan kurtaracak ölümü bekliyoruz biz” diye haykırıyor. (Arakan)

Biz bitiyoruz ama bitmiyor göreceklerimiz. Diller, renkler değiştikçe, anlıyoruz başka diyarlara geldiğimizi. Ama sokakların kan kızılı rengi ve çığlıkları hiç değişmiyor. Bu kez 12-13 yaşlarında küçük bir kız çocuğuyla karşılaşıyoruz. Üstü başı yırtık, her yeri yara bere içinde, halsiz, bitkin, bitap… Öyle ki ayakta zor duruyor küçücük bedeni. “Ne oldu sana böyle?” diyoruz. Kıpkırmızı oluyor yüzü. Ağlamaya başlıyor, ama nasıl bir ağlama. Sanki cihan yıkanacak gözyaşlarıyla. Israr edince bir tek cümle alabiliyoruz ağzından: “Daha yenice askeri bir birliğin eğlencesinden döndüm.” Anlamıyor, ısrar ediyoruz daha ayrıntılı anlatması için. Sonra bir cümle daha, yerin dibine geçirten cinsten: “Bugün…”, “Bugün on beş Budist askeri kullandı bedenimi, bu kirliliğim ondan.” Donup kalıyoruz, midemiz almıyor bu iğrençliği. Yüreğimizde öyle bir sızı oluşuyor ki tek kelime bile edemiyoruz. Evimizde, sıcak yatağında bıraktığımız, yine de hasta olmasından endişe ettiğimiz küçük kızımızın yüzü beliriyor gözümüzde. Daha çok sızlıyor içimiz. Sarılmak istiyoruz, izin vermiyor yaklaşmamıza. Öyle tiksinmiş ki insan vücudundan, koşarak kaçıp gidiyor yanımızdan. Arkasından koşuyoruz bizde. Yüreğimiz elvermiyor, onu öyle bırakmaya. Kızımızın yatağını vermek istiyoruz ona, yaralarını sarmak istiyoruz. Ama yetişemiyoruz. (Patani)

Sonra, sokaklarda yüzükoyun yere yatırılmış kızlar ve erkekler görüyoruz. Utanıyor ve başımızı çeviriyoruz. Çünkü çırılçıplaklar. Başlarında eli silahlı askerler bekliyorlar. Erkeklere görülmemiş işkenceler edip, kızların namusunu kirletiyorlar. Ve tüm bu edepsizlikleri yasal hakları sayıyor, bu hayvandan da aşağı varlıklar. (Patani)

Derken, art arda atılan silah sesleri kulaklarımızı patlatıyor. Sesin geldiği yöne doğru koşmaya başlıyoruz ki, bir camiye götürüyor ayaklarımız bizi. Korkarak girip bakıyoruz, kan gölü olmuş her yer. Meğer askerler namaz kılan cemaatin üzerine kurşun yağdırmış. (Patani)

Bu yolculuk bitiriyor bizi. Yorgun argın atıyoruz kendimizi evimize. Gördüklerimizin dehşetiyle dudaklarımızdan şu cümleler dökülüyor: “İsimlerini bile bilmediğimiz diyarlar varmış ve her gün her an Müslümanlar ölüyormuş oralarda. Daha doğrusu yaşayan onlar, ölen bizmişiz aslında.”

Ey insan! Haydi, şimdi hayatına geri dön hiçbir şey yokmuş gibi. Kapat gözlerini bu resimlere, kapat kalbini şefkat ve merhamete. Yola çıkmak için yarım bıraktığın işlerin vardı ya hani, dört elle sarıl onlara yine. Çünkü sen zaten ölüsün, bu mazlumları duana almadıkça. Hele hele kalbin bir parça olsun sızlamadıysa.

Ey Rasul! Hani sen Neccaroğulları’nın küçük kızlarını sevgi ve şefkatinle sevip okşuyordun ya, şimdi uzak diyarların eğlence taburlarında, senin ümmetinin kızlarına kâfir ve zalim eller uzanıyor.

Ey adalet timsali Ömer! Sen “Kenar-ı Dicle’de bir kurt kapsa koyunu, İlâhi Adalet Ömer’den sorar onu!” demiştin ya hani, şimdi adaleti tesis etmek Birleşmiş Milletlere kaldı.

Ey Sultan Süleyman Han! Hani sen bir tek mektubunla Fransa’da başlatılan dansı kaldırtmıştın ya, bir tek sözünle kanunlarını değiştirtmiştin ya; şimdi kanunlarında, yol ortasında Müslüman kadınlara tecavüz serbestliği olan canilere “dur” diyen yok.

Ey Hocam! Hani sen ekmek arabasının peşinden buz üzerinde yalın ayak dakikalarca koşan kız çocuğu için gözyaşı döküyordun ya, yeni bir dünyayı en çok onlar ve ezilenler için istiyordun ya; şimdi o mazlum Müslümanlar başka dünyaların oyuncağı oluyor.

Ey Rabbim! Sen bize: “Size ne oluyor da, ‘Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar. Katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lütfet.’ diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve Allah yolunda savaşmıyorsunuz?” (4/75) buyuruyorsun.

Ya Rabbi! Bizlere İslam coğrafyasında akan kanları ve gözyaşlarını durduracak bir lider nasip et. Biz de o lideri öncü edip kendimize, savaşalım Senin yolunda. Kurtaralım Myanmarlı teyzeyi, kurtaralım Patanili küçük kızı, Arakan’ı, Doğu Türkistan’ı, Kudüs’ü… Ve kuralım YENİ BİR DÜNYAYI! Biz onları kurtaramazsak, Sen onları ve bizi kurtar, helak etme ya Rabbi!”

 

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.

Çarşamba Haber Haberleri