Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş, aralarında İhlas Medya Ankara Temsilcisi Batuhan Yaşar’ın da olduğu basın kuruluşlarının Ankara temsilcileri ile iftarda bir araya geldi. Kurtulmuş, iftar sonrası gazetecilerin sorularını cevaplandırdı. “Acaba milletvekili listesinde olduğunuzu biliyor muydunuz, önden bir görüşme yaptınız mı? Gönlünüzde de milletvekilliği yatıyor muydu?” şeklinde soruya Bakan Kurtulmuş, “Şimdi ben önce şunu söyleyeyim kestirmeden, hiçbir şekilde hiçbir görüşme yapmadık. Bizden Sayın Başbakan dahil bütün Bakanlar Kurulu üyelerinin başvurularının uygun olacağı istendiği için başvurularımızı yaptık. Yoksa bizim siyasi hedefimiz bir yere başvuru yapıp ya ben şu pozisyonu istiyorum ya da başvuru yapmayıp ben başka bir pozisyon istiyorum demeye uygun değildir, sonuçta siyaset bir ekip işidir ve ekibin lideri olan da ekipteki insanlardan nasıl, ne şekilde istifade edeceğine karar verir, bundan daha doğal bir yol olmaz” diye cevap verdi.
“Bakanların listede liste başı olarak yer alması büyük çoğunluğunun, beşi dışında yer almasının piyasalara hem değerli bakanlara hem de işte kamuoyuna, siyasete bir mesajı var mı? Bu mesaj nedir? Yani önce seçimi kazanın, sonra kabine konuşulur mudur ya da başka bir şey midir?” şeklinde soru üzerine ise Kurtulmuş şu karşılığı verdi:
“Şimdi AK Parti kadroları bakımından kim milletvekili olacak, kim bakan olacak gibi bir niteliksel ve niceliksel bir kısıtlama olmadığını biliyoruz. Dolayısıyla herhangi bir kısıt içerisinde davranılıyor değil, her pozisyon için birden fazla adayın olduğu bir siyasi hareketten bahsediyoruz. Şimdi hatta bazıları kampanyanın başlangıcında söylediler, sonradan vazgeçmeye başladılar; efendim tekrar eski sisteme geri döneceğiz, tekrar parlamentonun esas olduğu bir sisteme geri döneceğiz gibi bir şeyler söylemeye başladılar. Sanki yeni sistemde parlamento önemsiz bir yermiş ve siyaset parlamentoda yapılmayacakmış gibi bir algı oluşturulmaya çalışıldı. Aslında listelerin bu şekilde ortaya konulmasının önemli sonuçlarından birisi de; biz demiyor muyduk baştan beri, yani cumhurbaşkanlığı sistemi daha etkin, daha hızlı bir yönetim sistemini ortaya koyacak. Ama parlamento da siyasetin merkezi olarak, yasamanın merkezi olarak kendi fonksiyonunu daha etkili bir şekilde görecek. Şimdi çok daha nasıl etkili bir yürütmeden bahsediyorsak, çok daha etkili ve güçlü bir parlamento olacak, onu gösteriyor. Bu sadece bir retorik değil, işin gereği de böyledir. Hani diyoruz ya, checks in balances sistemi, onu kuracak olan yer neresi, güçlü parlamento, güçlü yargı ve güçlü yürütme organı. Zaten başkanlık sistemi dolayısıyla yürütme organı gücünü doğrudan sandık gecesinden itibaren gücünü alacak. Parlamento da sandıktan gücünü alan bir heyetten oluşacak. Ben güçlü bir parlamentonun Türkiye’nin geleceği bakımından önemli olduğunu düşünüyorum. Başta söylediğim gibi, yani hemen bugünden yarına sistem bütünüyle kurulacak değil. Yani bu sistem içerisinde bir sürü yeni düzenlemelere de ihtiyaç olacak, bunları yapacak olan da parlamentodur. Ama daha önemlisi.”
Bakan Kurtulmuş, “Güçlü parlamentodan kastınız, AK Parti’nin siyasal ve sayısal çoğunluğa sahip olduğu parlamento mu?“ şeklindeki soruya ise şu cevabı verdi:
“Zaten AK Parti büyük bir sayısal çoğunluğa sahip olacak. Siyaseten de parlamentonun güçlü olması lazım, yani bunu temin edecek; o anlamda söylüyorum. Şimdi biraz daha açayım söylediklerimi; diyelim ki Amerika Birleşik Devletleri’nde bir başkanlık sistemi modeli var. Hepimiz biliyoruz, Amerika’da o kadar dolaştık ettik, bir tane parti binası görmedim. Siyasi partilerin çok fazla böyle, evet güçlü siyasi partiler, gelenekleri vesaire falan var, ama toplumun içerisinde kendilerini parti aidiyeti üzerinden tanımlayan çok fazla insan yok. Hatta denir ki Amerika Birleşik Devletleri cumhurbaşkanlarının partiyle ilgisi partinin başkan adayı olmasıdır. Türkiye öyle bir yer değil, Türkiye’de bütün siyasi partilerin, şu anda ittifakların içerisinde seçime giren partilerin her birisinin oy oranlarından uzak her birisinin iyi-kötü bir siyasi geleneği var, siyasi geçmişleri var, toplumda tekabül ettikleri bir siyasal anlayış var. Dolayısıyla bu da Türkiye’de ister istemez önümüzdeki seçimlerde yine iki partili bir şeye doğru gidecek. Türkiye bu anlamda bu iki partili sisteme geçişi ittifaklar üzerinden oluşturarak, bunlara yasal zemin sağlayarak ortaya koydu. Ama hala Türkiye’de çok güçlü siyasi partiler var. Daha doğrusu diyebiliriz ki, bütün siyasi partiler güçlü siyasi partiler. Bir anda bütün bunların hepsinin bırakılıp sanki hiç parti geçmişi yokmuş gibi bu ülkenin sadece cumhurbaşkanı adayları üzerinden bir seçim kampanyası ve siyasal süreç yürütülmesinin mümkün olmadığını, alışkanlıkların, teamüllerin buna müsait olmadığının altını çizmek istiyorum. Zaman içerisinde bu ne kadar değişir, nasıl gelişir onu hep beraber göreceğiz. Ama Türkiye’de bu kadar güçlü siyasi gelenekler varken bunun çok doğal yansıması da güçlü bir parlamento olmak zorundadır. Bizim bu anlamda AK Parti listeleri de bir yerde bunu ortaya koymuş oldu.”
Bir gazetecinin “HDP faktörü var, barajı aşıp aşamayacağı belli değil. İYİ Parti faktörü var, o ilk defa deneyecek. Yani parlamentoya çok partinin girmesi, küçük partilerin milletvekilleri belki girecek. Bu tablo AK Parti’nin parlamento çoğunluğunu elde edebilmesi bakımından işini biraz zorlaştıran bir tablo mu?” sorusuna Kurtulmuş, “Hayır, bu söylediğiniz partiler bizden oy alacak değiller. Yani AK Parti’nin zaten kamuoyu yoklamaları da gösteriyor, son derece kuvvetli bir kamuoyu desteği var, kampanya sırasında bunu artırarak ileriye doğru gideceğimizi düşünüyorum. Biz tabii hiçbir dönemde, hiçbir şekilde bir başka siyasi partinin zaafları ya da gücü üzerinden hesap yapamayız, hangi partinin kaç oy alacağı bizi ilgilendiren bir şey değil. O partinin ortaya koyacağı performansla, halkın o partiye göstereceği ilgiyle orantılı bir şeydir. Bizim burada kampanya sırasında yapacağımız şey, hakikaten çok yoğun bir mesaiyle bir şekilde Cumhurbaşkanımız da zaten kampanyasını yürütüyor. Burada en büyük avantajımız, Cumhurbaşkanının kampanyasıyla AK Parti’nin kampanyasının birebir uyumlu olmasıdır. Böylece her iki kampanya birbirini bir şekilde destekleyecek ve hep beraber oylarımızı daha çok yukarıya doğru çıkaracağız” karşılığını verdi.
“Burada çoğunluktan kastınız Cumhur İttifakı'nın toplamdaki sayısının yüksek olması şeklinde mi, yoksa AK Parti’nin 300+1 alması mı? Çünkü bu çok şey ifade ediyor” şeklindeki soru üzerine ise Bakan Kurtulmuş, “Ben AK Parti’nin tek başına Mecliste çoğunluğu sağlayacağı kanaatindeyim, hem de yani hiç tereddütsüz bir çoğunluk sağlayacağı kanaatindeyim” dedi.
HDP’nin terör örgütü elebaşı Abdullah Öcalan’ın yeğenini aday göstermesi ile ilgili soru üzerine Bakan Kurtulmuş, “Şimdi değerli arkadaşlar, başka bir partinin nasıl bir kampanya yapacağı bizi ilgilendirmez, ama milletimiz bu partilerin hepsinin, bu partilerin söylemlerinin, bu partilerin gerçek yüzlerini, bunların hepsini geçmiş seçim dönemlerinde de gördüler. Ve özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki kardeşlerimiz uzun yıllar terör örgütü ve terör örgütünün gölgesinden çıkamayan bu siyasi hareketlerden ciddi şekilde bizar oldu, bedeli en ağır şekilde de Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki seçmenlerimiz, kardeşlerimiz ödedi. Dolayısıyla söylemleri nasıl yaparlar bilmiyorum. Ama ortada bir realite var, ne yaparlarsa yapsınlar geçmiş dönemdeki uygulamalardan özellikle bölge halkları bakımından gerçekten yaka silken, bizar olan, bundan ciddi şekilde müşteki olan büyük bir kitlenin olduğunu da görmek lazım” değerlendirmesini yaptı.
MHP lideri Bahçeli’nin Çakıcı’yı ziyaretini hatırlatan bir gazetecinin af konusunu sorması üzerine ise Kurtulmuş, “Şimdi başından itibaren yanlış algılamalara vesile olan bir gelişme var. AK Parti ile Milliyetçi Hareket Partisi birleşip tek parti olarak seçime girmiyor. AK Parti ve Milliyetçi Hareket Partisi, seçim programları da, parti programları da, siyasi öncelikleri de, stratejik bakış açıları da birbirinden farklılıklar içeren iki farklı siyasi parti. Demin onun için siyasi geleneklerden bahsettim. Ama son dönemde Sayın Bahçeli’ye bir kere daha teşekkür ediyoruz, Türkiye’nin temel meselelerinde iktidar partisiyle, AK Parti'yle yakın bir siyasi çizgide, örneğin işte referandum cumhurbaşkanlığı meselesinde, Sayın Cumhurbaşkanımızın parlamentodaki anayasa oylaması, onun parlamentodan geçme sürecinde, teröre karşı verilen amansız mücadelede kayıtsız şartsız desteği gibi konularda Milliyetçi Hareket Partisi AK Parti’yle bir ittifak içerisinde oldu. Şimdi bu bizim gittiğimiz uluslararası toplantılarda da soruluyor, iki parti birleşip bir koalisyona gitmiyor. Birbirinden farklı iki parti bir seçim ittifakı yapıyor. Bunu da yasal çerçevesini belirlemiş oldukları bir Cumhur İttifakı içerisinde yapıyorlar. Dolayısıyla olanın boyutları budur, bunun üzerinde farklı noktalara çekilmesinin yanlış değerlendirmelere neden olacağını düşünüyorum. Milliyetçi Hareket Partisi’nin kendi öncelikleri var, istediği gibi hareket eder. Şimdi Sayın Bahçeli bugün niye öyle bir fotoğraf verdi, tamamen kendisinin bileceği iş, kendisinin vereceği bir karar, buna bizim söyleyecek bir şey yok” diye cevap verdi.
Bir gazetecinin “Efendim, tam da buna bir şey söylenmesi gerekmiyor mu? Yani seçim ittifakını anlıyoruz da, hani geçim ittifakı, yani birlikte geçinme nasıl olacak? Hani bu tür” sorusuna ise Bakan Kurtulmuş, ”Öyle bir tercihte bulunmuş, yani biz bir koalisyon yapmıyoruz, bir seçim ittifakı yapıyoruz, onun altını çizmek istiyorum. Partilerin farklılıkları kendilerini bağlar. Biz ortak, nedir şu anda ortak hareket ettiğimiz nokta” şeklinde cevap verdi.
Gazetecinin sorusunu, “Ama seçim takvimi açıklanınca hepinizi bağlar, dolayısıyla hani Sayın Bahçeli’nin tarzı icrasını 99’dan bu yana en azından yakinen hepimiz biliyoruz” şeklinde sürdürmesi üzerine Bakan Kurtulmuş, “Biz de burada af konusunda gerekli görüşleri Sayın Cumhurbaşkanımız, Başbakanımız, ben de af konusuyla ilgili görüşlerimizi söyledik. Bizim görüşümüz belli, Bahçeli’nin durduğu yer belli. Dolayısıyla birbirimizin bu konudaki önceliklerini değiştirecek noktada değiliz, ama ortak bir seçim ittifakı içerisinde seçime gidiliyor” değerlendirmesini yaptı.
Bakan Kurtulmuş’un Türkiye’nin kendi kendine yetebileceği bir üretim modeli ile ilgili sözlerini hatırlatan bir başka gazeteci, “Yani bu çok da güzel bir hedef, ama şu anda Türkiye’nin sıcak paraya ihtiyacı var. Şimdi dövizdeki bu dalgalanmalarla ilgili ekonomistlerin yaptığı yorumların ortaklaştığı şöyle bir nokta var; burada oyun dışına çıkılıyor, kural dışına çıkılıyor, politika-siyaset bu işin sıcak para mekanizmasının kurallarını ihlal ediyor, o yüzden yatırımcılar, finans çevrelerinde bir endişe, yani bir iştah azalması var, para çekiyorlar. Türkiye’yi politik müdahaleler nedeniyle Türkiye’yi daha riskli bir ülke olarak göstermeye başlıyorlar, dolayısıyla sizin o idealize ettiğiniz noktaya gelene kadar bu işi kendi kuralları içinde oynamak gerekmiyor mu? “ sorusu üzerine Bakan Kurtulmuş şu değerlendirmeyi yaptı:
“Şimdi bir kere Türkiye’de yabancı yatırımcının Türkiye’ye çıktığı, Türkiye’ye gelmediği meselesi, bu da gerçeği yansıtmıyor. Yani Türkiye’de çok sayıda binlerce yabancı şirket yatırım yapıyor, özellikle büyük projelerde Türkiye’nin yabancılarla ortaklıkları bir şekilde devam ediyor, dolayısıyla bu da gerçeği yansıtmıyor. Ama eğer ekonomi üzerinde bir etkiden bahsediliyorsa, ben detayına girmedin, kısaca söylemeye çalıştım; Gezi’den hemen önceki dönemden itibaren başlayan içeriden ve dışarıdan tam ad politik amaçla Türkiye ekonomisinin üzerine yapılan negatif birtakım yüklenmelerden kaynaklanıyor.”
Eren Erdem’in durumunu hatırlatan bir başka gazetecinin “CHP milletvekilinin açıklamalarını dinledik, siz de dinlemişsinizdir. Özellikle parti yetkililerinden aldığını söyledi televizyon programında. Arkasından da savcılık soruşturma başlattı. Bir de, Enis Berberoğlu’na benzer suçlamalarla şu anda Eren Erdem’in açıklamalarını siz nasıl buldunuz, bu belgeler CHP ne anlama gelir? CHP ile FETÖ arasında irtibat konuşuluyor, siz nasıl bakıyorsunuz olaya?” yönündeki sorusuna ise Kurtulmuş, “Bir kere savcılığa intikal etti, herhalde çok yakın bir süre içerisinde savcılık gerekli şeyleri yapacak. Ama daha önceki dönemlerde de bu ve benzeri kişiler üzerinden FETÖ ile zaten Cumhuriyet Halk Partisi’ndeki bazı kişiler arasında bir dirsek temasının olduğu anlaşılıyor. Eğer bu dedikleri hakikaten mahkemece ispat edilebilir ve bir şey haline konulursa, bu çok son derece ağır bir ithamdır ve son derece açık bir ilişki demektir. Yani bu belgeler gökyüzünden posta güvercinleriyle bunlara gelmediğine göre, bu belgelerin arkasında FETÖ’nün hazırladığı birtakım operasyonlar olduğuna göre, eğer gerçekten bu itiraf bir şekilde mahkeme tarafından değerlendirilirse, bu itiraftan hareketle organik bir bağın da kurulması mümkündür” cevabını verdi.
Gazetecinin ”Televizyon bağlantısında doğrudan ben Bülent Tezcan’dan aldım dedi, ifadesi çok enteresan geldi. O yüzden yani doğrudan bir milletvekili kendi partisinin genel başkan yardımcısını suçluyor” sözleri üzerine Bakan Kurtulmuş, “Buradaki temel mesele, yani o şunu dedi-bu bunu dedi’den daha ziyade buradaki temel mesele; MİT tırları operasyonunun algılanması şeklidir. Ben o zaman AK Parti’nin içerisinde değildim, ama MİT tırları operasyonunu duyduğum andan itibaren, MİT’e yapılan o operasyonları gördüğüm andan itibaren bu işin içerisinde -tırnak içerisinde- bir namussuzluk olduğunu, sadece hassasiyetlerini anlayabiliyordum. Hiçbir bilgim yoktu. Yani olay kime yarıyor, olayın arkasındaki gerçek sebep nedir, bununla ne hedefleniyor, bunları ortaya koyduğunuz zaman bunun açık, doğrudan doğruya sadece hükümete ya da sadece MİT’e karşı değil doğrudan doğruya Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne bir saldırı olduğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'ne çıkartılması için bir ön hazırlık olduğunu azıcık siyaset bilen herkes anlardı. Dolayısıyla burada MİT tırları operasyonlarındaki bence esas püf noktası burasıdır. O ona bunu dedi, öteki buna verdi, işin tabii ki bunlar da soruşturulması gereken kısmı mahkemelerin işi. Ama siyaseten biz MİT tırlarını konuşacaksak, MİT tırları meselesini, kardeşim bu MİT tırları operasyonuyla birlikte ne hedeflendi? Hedeflenen şey aşikardır, Türkiye’nin Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi'ne çıkartılmasıdır. Bunun için devletin ispiyonlanması, devletin kurumlarının ispiyonlanması, onu da geçtim, ondan da ağır bir mesele söz konusudur, sadece onun için de hakikaten üzerinden hassasiyetle durmamız lazım, niyeti başka olan bir operasyon” diye konuştu.
Saadet Partisi’nin CHP ile işbirliği ile ilgili görüşlerinin sorulması üzerine Bakan Kurtulmuş, “Biz ittifak kuruyoruz diye masa başında oturup partilerin yöneticileri bir karar alırlarsa, o partiye bir şekilde oy vermiş olan insanlar da buna tamamen uyacaklar diye bir kural yok. Yani bu adı geçen iki partinin, demin söyledim partiler arasında öncelikler farklı olur, ama ben bu iki partinin herhangi bir önceliğinin benzer olduğunu bilmiyorum. Hiçbir konuda neredeyse benzerliği olmayan iki partinin seçmeni, bunu CHP için de söylüyorum, diğer Saadet Partisi seçmeni için de söylüyorum. Hiçbir benzerliği olmayan partiyle ittifak yapıldığında, bunlar matematiksel bir toplam etmez, ortaya pozitif bir sinerji de koymaz diye düşünüyorum” cevabını verdi.
“Türkiye böyle bir kabusa geri dönmeyecektir”
Kurtulmuş, şöyle devam etti:
“Ben önce hayatı boyunca IMF programlarına karşı olmuş birisi olarak şunu çok açık söyleyeyim; IMF programları o programı imzaladıkları ülkelerle bir borç-alacak ilişkisi değildir. IMF programları bir bağlılık ilişkisidir. Yani biz şu çerçevedeki ekonomi programlarında sizin kurallarınıza, sizin emirlerinize, direktiflerinize uyacağım manasına gelen anlaşmalardır. Türkiye geçmiş dönemde bunu yaptı. Hatta çok şükür, Türkiye zannediyorum 2005-2006’da, tarihte yanılıyor olabilirim, neredeyse Gelirler İdaresinin özerkleştirilmesi konusunda direkten döndü. 19. IMF protokolündeki hususlardan birisi buydu. Allah razı olsun Cumhurbaşkanımız meseleyi gördü ve ondan sonra frene bastı, IMF’e kapıyı, 2006’ydı zannediyorum, ondan sora IMF ile Türkiye arasındaki ilişki borç ilişkisi olmayan, aslında bir emir-komuta ilişkisi olan, bir bağlılık ilişkisi olan o ilişki sonlanmış oldu. Türkiye için ve herhangi bir ülke için IMF ile olan ilişki çok açık söyleyeyim, bir kabustur, Türkiye böyle bir kabusa geri dönmeyecektir. Bu Türkiye için şimdiye kadar ortaya koyduğu bütün milli-yerli iddialarının örselenmeye başladığını gösteren bir husus olur ki Allah korusun.”
“Uluslararası bir barış gücü son derece uygun bir tekliftir”
İsrail zulmündeki Filistin’e askeri bir üs kurulup kurulmayacağı yönündeki soruya Kurtulmuş, “Üs değil de uluslararası bir barış gücü son derece doğru, son derece insani ve uluslararası hukuka uygun bir tekliftir. Allah aşkına Gazze’de barışçıl gösteri yapan insanların üstüne ateş açıp işte 3 bine yakın insanın yaralanması, 65 kişinin şehit edilmesi, bu olayın diyelim ki Srebrenitsa katliamından, sayıları belki farklı olabilir ama Srebrenitsa katliamından ne farkı vardır ya da bunun Kosova’da yapılan katliamdan, Sırbistan’da yapılan katliamlardan ne farkı vardır? Dolayısıyla uluslararası camia Gazze’deki bu katliama, soykırıma müdahale edebilecek uluslararası hukuk argümanlarına sahiptir, ama bunun için de gerekli inisiyatiflerin alınması lazım. Bu da hakikaten devrim niteliğinde bir karardır, ben bütün ülkeleri tebrik ediyorum. Kolay değil. Bir de burada Allah için biraz da Türkiye’ye pay çıkarmamız lazım. Birkaç sene evvel bu konuları konuşuyor olsaydık, 128 ülke Amerika’nın kararının karşısında oy kullandı Birleşmiş Milletler’de. Bir önceki Aralık’ta yapılan İslam İşbirliği Teşkilatı'nda yine çok kuvvetli bir metin çıktı ortaya, şimdi ondan daha kuvvetli bir metin ortaya çıktı. Bana deseydiniz ki bundan 5 sene evvel İslam ülkeleri biraraya gelecek ve Amerika’ya karşı ‘senin kararını tanımıyoruz, sen kimsin’ diyerek bir karar alacak deseniz vallahi inanmazdım, hiçbirimiz inanmazdık herhalde. Hepsinin ayakları korkudan titrerdi. Şimdi ben birinci İstanbul Zirvesi'ndeki kararla birlikte İslam ülkelerinin kendi üstlerine yüklenmiş olan korku barajını aştığına inanıyorum. En önemli şey, o korku barajını aşmaktır. Filistinliler zaten çoktan korku barajını aştıkları için bu direnişi sağlıyorlar, bu direnişi ortaya koyabiliyorlar. Şimdi İslam ülkeleri de korku barajını aştılar. Ve bir şey daha söyleyeyim; soğuk savaştan bu yana ilk sefer İslam ülkeleri biraraya gelebiliyor” diye konuştu.
Bayram tatili 9 gün olacak mı?
Ramazan Bayramı’nın 9 gün olup olmayacağı sorusu üzerine Kurtulmuş, “Şu anda benim diyecek bir şeyim yok. Ben, Kültür ve Turizm Bakanıyım şu anda, bana sorarsanız insanların turizm faaliyetleri. Ama bir de bunun bir ekonomik şeyi var, bu biraz kolay değil yani” ifadelerini kullandı.
“Yunanistan’ın darbecileri iade etmesi gerekiyor”
Yunanistan’a kaçan darbecilere iltica hakkı verilmesi kararını değerlendiren Kurtulmuş, “Ben kararı okumadım, ama çok yeni herhalde. Bir kere her halükarda komşuluk hakkına aykırı bir şeydir, komşuluk münasebetlerine uymaz. Hele bu komşu kendi siyasi hayatında, yakın siyasi geçmişinde darbelerden çok çekmiş, darbecilerin postalları altında ezilmiş bir komşuysa, hele hele onlara hiç yakışmaz. Darbelerin mağduru olan Yunanistan’ın yöneticilerinin derhal Türkiye’deki bu darbe müteşebbislerini Türkiye’ye iade etmesi kendilerinin birikimleri bakımından da en doğru olanıdır, bunu yapmalarını arzu ederiz. Aksi takdirde demokrasiyi değil darbeyi savunmuş olurlar. Demokrasiyi savunanları değil darbeyi destekleyenlere veya darbenin piyonu olanlara prim vermiş olurlar” dedi.
“Türkiye’nin ekonomik olarak bağımsız bir ülke olmasını istemiyorlar”
Kurtulmuş, “Bu son yaşadığımız döviz hadisesini de FETÖ’cüler yaptı diyebilir miyiz?” şeklindeki soruya şu cevabı verdi:
“Ben şunu söyleyeyim; böyle her şeyi FETÖ etiketiyle etiketlendirmenin eksik olacağı kanaatindeyim. FETÖ, Türkiye’nin birliğine, bekasına, varlığına, geleceğine tehdit oluşturan uluslararası konsorsiyumun ortaklarından birisidir, büyük ortaklardandır, ama ortaklardan birisidir. Dolayısıyla bunu çok ortaklı bir konsorsiyum olarak görmezsek, işi biraz da kolaya havale etmiş oluruz. Evet var, uluslararası alanda networkleri var, çok ciddi etkileri var, çok ciddi bilgileri var vesaire falan, hala bunu devam ettirmeye çalışıyorlar. Dolayısıyla bir konsorsiyumun parçası olarak görün FETÖ’yü. Bunlar hepimizin bildiği şeyler aslında. Bunlar, Türkiye’nin ekonomik olarak bağımsız bir ülke olmasını istemiyorlar. Açık söyleyeyim, biz üç sene insansız hava araçları almak için filanca ülkenin kongresinin önünde kamp kurduk; böyle bir Türkiye olursan senden iyisi yok kardeşim. Ama sen kendi İHA’larını yapmaya başlarsan adamların oyunu bozulmaya başlıyor, bağımlılığın azalıyor. Şimdi Türkiye kendi milli harp sanayini kurmaya çalışıyor, bu yeni değil senelerdir, işte demin konuştuk burada 70’li yıllarda ağır sanayi iş merkeziymiş bu bina, ağır sanayi harekatının yönetim şeyi. Mesela Türkiye 1940’lı yıllarda kendi uçağını yapıyor, bir karanlık el, Allah rahmet etsin bizim Divriğili Demirağ, adamın fabrikasını kapatıyor. Türkiye 1970’lerde TUSAŞ kendi milli uçağımızı yapma konusunda İtalyan firmasıyla, Tornedo Firmasıyla anlaşma masasında masadan kaldırılıyor, anlaşma yaptırılmıyor. Rahmetli Özal’ın 1987’de yüzde 90 montaj da olsa yapmaya çalıştığı F16’lar bir şekilde şey yapılıyor, sürekli frene basılıyor. Aselsan’ından bilmem kimine kadar bir sürü Türkiye’nin yerli milli sanayi arayışına hem fren olundu. Şimdi ama son dönemlerde Türkiye’nin milli kalkınma, milli sanayi, kendi harp sanayi meselesi gündeme gelip sonuç almaya başlandığı zaman bu birilerini de rahatsız ediyor. İHA bunlardan birisi. Mesela Türkiye zırh teknolojisinde dünyanın en iyi ülkelerinden birisi. Ben hep şöyle tanımlıyorum; Türkiye’nin ekonomik bağımsızlığı noktasında köprünün ortasındayız. Biz köprünün karşısına geçmek istiyoruz, birileri de bizi köprünün öteki tarafına atmaya çalışıyor. Köprünün karşısına geçtiğimiz zaman çok daha elimiz kuvvetli olacak. Nedir? Zırh teknolojisinde çok ilerisin, ama tank motoru yapamıyorsun, uçak motoru yapamıyorsun, dolayısıyla bir sınıf atlayamıyorsun. İşte geçen Güney Kore’de Samsung’a gittik, orada olan arkadaşlarımız da vardı, adamların 380 bin ar-ge mühendisi var. Sırf o bizi gezdirdikleri binalarda 38 bin ar-ge mühendisi çalışıyor. Türkiye işte bu motor sanayinde bir seviye atlaması önemli bir seviyedir. Türkiye’nin ar-ge’de ve özellikle yüksek teknolojilerde bir adım atması ikinci önemli seviyedir. Biz eğer bu adımları attığımız zaman lig değiştirmiş oluyoruz. Köprü örneğini ben şöyle de söylüyorum: Türkiye şu anda play off’ta oynuyor, Süper Lige çıkmadı. Bizi bütün hakem oyunlarıyla, kural şeyleriyle, hatalarıyla, seyirci baskısıyla, dopinglerle ya da şikelerle bizi süper lige çıkartmak istemiyorlar, meselenin özü budur.”
“Cumhurbaşkanlığı seçiminde birinci turda geçeceğiz”
24 Haziran seçimlerine yönelik anketleri değerlendiren Kurtulmuş, AK Parti’nin tek başına çok rahat bir çoğunluk elde edeceğini söyleyerek, “Şimdi ben hayatım boyunca hiç rakam söylemem, sadece bilgilenmek için kamuoyu araştırmalarına bakarım ve çok şükür şimdiye kadar seçim şeylerinde çok yanıldığımı da görmedim. Şunu söyleyeyim; inşallah birinci turda her iki tarafta da AK Parti bakımından iktidar olacak bir çoğunluk olacaktır, yani hem Cumhurbaşkanlığı seçiminde birinci turda geçeceğiz, birinci turda da AK Parti çoğunluğu sağlayacaktır. (Erdoğan’a oy veririm, AK Parti’ye oy vermem söylemi) Bu üretilen bir şey. Ve ilginçtir, onu da söyleyeyim, bu üretilen bir şey, bir-iki gün içerisinde Türkiye’nin çok farklı yerlerinden aynı şeyi duyduk bizzat. Ha bu kolay kolay olmaz, toplumda herhangi bir şey böyle çok kısa süre içerisinde konuşuluyorsa bu üretiliyor, üretilen bir şeydir. Bir de, demin söylediğim gibi, AK Partinin avantajı, partiyle cumhurbaşkanı adayı arasında ciddi bir koordinasyon var, daha doğrusu aidiyet var, aynilik var, dolayısıyla her iki tarafta yapılan seçim diğerini etkileyecek, diğerini yukarıya doğru çekecek. Bu üretilmiş bir şey, ben de orada Okan Bey gibi düşünüyorum, yani onu gördük, aksi olmaz yani. İki günde her tarafta bu konuşuldu, şimdi azalıyor tabi, kampanya yürüdükçe daha da azalacaktır” diye konuştu.
Başkanlık sisteminin Türkiye için bir fantezi değil, bir zorunluluk olduğunu vurgulayan Kurtulmuş, şunları kaydetti:
“Refah Partisi daha yüzde 1-2 oy almıyor, 80’li yılların başında bir miting yapmış İstanbul’da ve başkanlık sistemini savunuyor. Aynı şekilde rahmetli Özal başkanlık sistemini savundu. Türkiye’de milletle birlikte siyaset yapan, oyu ne olursa olsun siyasi hareketler başından itibaren hep başkanlık sistemini savundular. Bunun sebebi, millete güvenmeleridir. Daha da ikinci önemli sebebi, en az bunun kadar önemli olan sebebi, Türkiye’de maalesef eski sistem hep güçler ayrımı değil, güçler çatışması üzerinden kendisine güç devşirmiş olan bir sistemdi, bunu gördük, bunu darbelerde gördük, darbelerden sonraki dönemlerde gördük. Dolayısıyla bu süreçlerin, güçler çatışmasının Türkiye’ye zaman kaybettirdiğini, ayak bağı olduğunu gördük ve bu aslında en az 30 yıllık, 40 yıllık bir çalışmanın sonucu ortaya çıkmış bir fikir ve başkanlık sistemine geçişin daha doğru olacağını ortaya konuldu, millet de evet dedi buna. Tabi ki geçiş bir günde, iki günde olmayacak. Onun için diyorum, yani teamüller dediğim şey o. Yani aslında bu dediğiniz, ya alışmıştık, ne güzel, eski alışkanlıklar. Eski alışkanlıkları değiştireceğiz, eski alışkanlıkları bu anlamda siyaset de değiştirecek açık söyleyeyim. Bundan sonra, ben yaptım oldu yok, yani milletin istemediği, milletin beğenmediği, milletin onay vermediği bir şeyde ısrar etmek hiçbir parti için düşünülemez artık. Dolayısıyla milletin sözünün, hatta göz-kaş oynatmasının dahi çok daha önemli hale geldiği bir siyasi sürece giriyoruz. Benim tahminim, tam manasıyla, tamam, Türkiye’de başkanlık sistemi bütünüyle oturdu kurumlarıyla, teamülleriyle, alışkanlıklarıyla vesaire oturdu, belki iki seçim dönemi sonrasında bunu söyleyeceğiz, ancak oturacak sistem. Bu süreçte de hızlı bir şekilde yeni sistemi adapte etmiş olacağız inşallah.”