Biz bir olursak, birbirimiz birliğimiz olur! Bir olmanın erdemini düşünebilirsek biz olmanın sefasını süreriz… Atalarımız bu duyguyu çok sade çok basit ama bir o kadar anlamlı halde söylemişler bakın:
“Bir elin nesi var, iki elin sesi var…” bazen seyrediyoruz olup bitenleri, söylenen cümlelerin çığlıklarıyla harap olan birlik ihtiyacının yok oluşuna. Fikirlerin çarpışmasıyla hakikat güneşi doğmuyor artık. Kaybediyoruz insanlığımızı, hançerlerle telef ediyoruz adaletimizi, sessizce sürüklüyoruz zulmet fırtınaların girdabına. Meğer ne kadar düşmanmışız birbirimize; size bize. Sahi artık biz diyebiliyor muyuz birbirimize? Sanatların ve fikirlerin olgunluğu, medeniyetin varlığı hissiyatların birliğine muhtaç değil miydi? Biz olabilme ihtimalinin arzusuyla yanıp kavrulan sizler; biz olabilmenin lezzetinden mahrum kalmanın ıstırabıyla kaybolup elde avuçta yalnızlık ateşinden gayrı ne bırakıyorsunuz? Sizlerin kavgasıyla canlardan nefret tohumları fışkırırken; benliğin esaretiyle çarpışan varlık fırtınaları feryat diyor, biz hasretinin susuzluğunda kahroluyor. Bilhassa, nereye sürüklendiğimizden haberdar olan bizler, zaman zaman zor günler geçiriyoruz. Feryat çığlıkları biz olabilme gayretiyle yanıp tutuşmadıkça, nefret kervanının yolcularıyla mücadele etme fırsatını da, sanırım bulması mümkün değil. Ya bağıranlar kazanıyor, ya bağıranlar duyulmuyor yada bağıranlar eriyor bizsizlikle. Tam düzlüğe çıkma fırsatı bulduğumuzda, benliğimiz, uçurumun kenarından savruluyor, bizlerin erişemeyeceği servet olan birliğe. Şaşırdığımıza şaşırıyorum bazen. Zira aklıselim olmak fikri sefil olma istikametine sevk ediyor varoluşumuzu. Kılavuzu doğru seçmediğimiz müddetçe, yalnızlık bulutlarına dur diyebilmek mümkün olmuyor. Dinlenmeye tahammülümüzün kalmadığını fark edemez iken aşılmaz duvarların ötesine söküp atıyoruz merhametimizi. İçimize korku, yalnızlık, ümitsizlik, karamsarlık, bencillik ve düşmanlık tohumu eken ben ve sen ile hesaplaşma vakti gelmedi mi?