Güvenin, her şeyin temeli olduğu konusunda hemfikiriz. İster arkadaşlık olsun, ister aile olsun, ister işyerinde ast üst ilişkisi olsun insanın var olduğu her yerde önceliğimiz hep güven.
Güveni diğer kavramlarla kıyasladığımızda hep açık ara öndedir. Bu kavram temelde sağlam olarak durmuyorsa üstüne inşa edilen kavramlar ne kadar güçlü de olsa yıkılması çok yakındır.
Güven çerçevesinde, verilen sözlerin tutulması vardır, gerçekleri söylemek vardır, saygı vardır, adil olmak vardır, tutarlı olmak vardır, tarafsız olmak vardır…
Güven denildiğinde, bir başkasının doğruluğunu, dürüstlüğünü ve tutarlılığına inanmak olduğunu içselleştiririz. Uzun yıllar süren dostluklarla kazanılmasına rağmen en ufak bir ayrıntıda da kaybedilebilir. O kadar da hassasiyet içerir.
Ahmet Şerif İzgören’nin dediği gibi “Güven, yakalayabileceğiniz en ürkek kuştur. Bir uçarsa bir daha yakalayamazsınız.”
Yaşamımızın her alanında hayati bir önem taşıyan en mühim bir gereksinim olduğu kanaatindeyim.
Bir bebek doğduğu andan itibaren annesinin kokusunda, sesinde güven arar ki ilk temel duygu da budur. Hatta ağlayan çocuğun yanında annesi yok ise, annesine ait bir giysinin koklatılması çocuğun güvende olma hissini vermektir. Ağladığında ihtiyaçlarına cevap verilen, sevildiğini ve değer verildiğini bilerek büyüyen çocuklar özgüven duygusu yüksek bireyler olarak yetişmesi kaçınılmaz güzel bir süreçtir.
Başkalarına güvenmenin temeli öncelikle kendine güven duymak ve güvenilir olmaktır. “Kişiyi nasıl bilirsin? Kendim gibi” sözü bunu çok net ifade ediyor.
Hiçbir işveren güven duymadığı kişilerle çalışmak istemezken, çalışanlar da güven duymadığı yerde çalışmalarını sürdürmek istemezler. Çok ince bir çizgidir ki her iki tarafı da bağlar.
İngiltere’de yaşandığı söylenen bir hikâyeye göre, İngiltere de hâkimlerin belirli bir maaşı yoktur. Hâkimlerden biri 1.000.000 pound istemek için bankaya gider. İstediği tutar çok fazladır ve banka bu tutarı ertesi güne hazırlayabileceğini söyler. Üst kurumlara ödeme yapıp yapmayacaklarını sorarlar. Bütün kurumlar “ödeme yapın” der. Ertesi gün hâkimin istediği para verilir. Aradan birkaç gün geçtiğinde ise hâkim paraları bankaya iade etmek ister. İade nedeni ise; “Devletimizin gerçekten her ne olursa olsun ödeme yapıp yapmayacağını sınamak istedim” yazar. Bu olaydan sonra hâkim görevinden azledilir. Azledilme nedeni ise; “Saygın bir hâkim devletine güvenmeyip onu sınıyorsa, devleti de ona güvenmiyor demektir. Hâkim bu nedenle görevinden azledilmiştir.” yazar.
Sağlıklı bir ekip çalışmasının temelini de güven duygusu oluşturur ki can damarıdır. Çalışma ortamındaki ilişkilerin, verimliliğin, anlamlı hedeflere ulaşmanın, iş birliğinin, zayıf noktaları tolere etmenin başarısı hep bu süzgecin sağlamlığına bağlıdır. Müşteri memnuniyetini istiyorsak, çalışan verimliliğini istiyorsak, ekonomik performansı arttırmak gibi bir amacımız varsa eğer o halde güven hissinin yüksek olması gerekliliğinin farkında olmalıyız.
Güven duygusundan yoksun ekipler, gelişim gösteremezler, sorun olduğunda sessiz kalırlar, sorumluluk almaz, fikirlerini paylaşmaz ve hata yapmaktan ödü patlar. Liderlerine ve yönetimine güvenmeyen bir ekipte ve şirkette dedikodu kaçınılmaz olduğu kadar göz boyama üst düzeydedir. Sahip olunan hak ve sorumluluklarda sık sık çatışma yaşanır. Kendilerini ve kendi çıkarlarını korumak için büyük mücadele ederler.
İş hayatında güvenin oluşmasının sağlayan yapı taşlarının neler olduğuna değinecek olursak;
Her şeyden önce iletişim. Evet açık bir şekilde, gerçekleri konuşmak, amaçları konuşmak, beklentileri konuşmak, çıkarsızca konuşmak, çalışanları hakkında bilgi sahibi olmak, onlarla ilgilenmek.
Çalışmaların açık seçik, şeffaf yürütülmesi, fikir alışverişlerinde, istişarelerde bulunmak.
Hatalarda suçlayıcı değil çözüme odaklı olmak, daha kalıcı ve iyi işlerin çoğu zaman ekiplerden çıktığını özümsemek, yerli yersiz her şeyden yakınmaktan kesinlikle kaçınmak olduğunu idrak etmek gerekir.
Güven duygusunu içselleştirebilen insanların sayısının hayatınızda çokça olması dileklerimle
Sağlıcakla kalın