Toprağa can vermek, her sabah güneşle doğmak, toprakla el ele verip doğanın ritmine ayak uydurmak… Çiftçilik, bir meslekten öte, doğaya olan bir bağlılığın ifadesidir. Ancak günümüzde bu kutsal meslek, ekonomik zorluklar, iklim değişikliği ve çeşitli yapısal sorunlarla karşı karşıya.
Türkiye, verimli toprakları ve farklı iklim koşullarıyla tarım için ideal bir ülke olmasına rağmen, çiftçilik artık bir geçim kaynağından çok bir hayatta kalma mücadelesine dönüşmüş durumda. Mazot, gübre, tohum gibi temel maliyetlerin yükselmesi, çiftçinin sırtına ek bir yük bindiriyor. Küçük ölçekli çiftçiler, dev tarım şirketlerinin rekabetine karşı ayakta kalmakta zorlanıyor. Tarımsal desteklerin yetersizliği de bir başka önemli sorun olarak karşımıza çıkıyor.
Çiftçilerin en büyük endişesi, çocuklarına bir miras olarak toprak bırakabilme arzusu. Ancak, genç nesiller bu sektörde gelecek göremediğinden, kırsal kesimde yaşamak yerine şehre göç etmeyi tercih ediyor. Bu durum, kırsalın boşalmasına ve toprakların atıl kalmasına neden oluyor.
İklim değişikliği, çiftçiliğin geleceğini tehdit eden en büyük unsurlardan biri. Yağış rejimlerinin değişmesi, kuraklık riski, ani sıcaklık dalgalanmaları gibi olumsuz etkiler, ürün verimliliğini doğrudan etkiliyor. Kuraklık nedeniyle birçok bölge, sulama ihtiyacını karşılamakta zorluk çekiyor. Bu durum, su kaynaklarının korunması ve sürdürülebilir tarım politikalarının önemini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Geleneksel tarım yöntemlerinin artık sürdürülebilir bir model sağlamadığı günümüzde, tarımda teknoloji kullanımı giderek önem kazanıyor. Akıllı tarım teknikleri, dronlar, sensörler ve yapay zeka, tarımsal verimliliği artırma yolunda çiftçilerin yeni yardımcıları haline geliyor. Veriye dayalı bu yöntemler, hem daha az su tüketimi sağlıyor hem de çiftçinin ürününden daha yüksek verim almasına katkıda bulunuyor.
Ancak bu teknolojilere erişim de herkes için kolay değil. Küçük çiftçilerin çoğu, bu tür yatırımlar için yeterli finansal güce sahip değil. Bu noktada devlet destekleri, hibeler ve kredi olanakları büyük önem taşıyor. Çiftçilere sağlanacak düşük faizli krediler veya hibeler, teknolojik dönüşümü daha geniş bir tabana yayabilir.
Tüm bu sorunlara rağmen Türkiye’nin, tarımsal potansiyelini tam anlamıyla kullanarak kendi kendine yeten bir ülke olma şansı var. Yerel üretim desteklenirse, çiftçilerin emeği hak ettiği değeri bulursa, ithalat bağımlılığımız azalabilir. Bu da ülke ekonomisine uzun vadede büyük bir kazanç sağlar. Çiftçiye sağlanacak maddi desteklerin yanı sıra eğitim programları, modern tarım yöntemleri ve ürün çeşitlendirme gibi alanlarda sağlanacak rehberlik de çok önemli.
Türkiye’nin geleceği, tarımsal üretimden geçiyor. Çiftçilerimizi yalnız bırakmadan, topraklarına, üretimlerine ve emeklerine değer vererek, sürdürülebilir bir tarım politikası izlememiz şart. Çiftçiliği sadece bir geçim kaynağı değil, ülkemizin geleceğini şekillendiren temel bir değer olarak görmek zorundayız. Toprak, ona değer vereni hiçbir zaman yüz üstü bırakmaz. Biz de ona gereken değeri vermeliyiz, çünkü geleceğimiz toprağa bağlı.