Bu hafta gündemimizde olan, derin üzüntü duyduğumuz bir konuya değinmek istiyoruz.Çocuklara karşı işlenen cinsel suçlar, tecavüzler ve çocukları öldürme gibi derin üzüntü duyduğumuz suçlar… Toplum; bu fiilleri işleyen suçluların yaşamasını sindirememekte ve suçlunun yaşam hakkına son verilmesi savunmaktadır. Duyulan bu kin ve öfke mantıkla doğru yönlendirilemediğinde, öfke ve intikam alma duygusu neticesinde idam cezası tekrar gündeme gelmektedir. Bu insanların ıslah edilmesi ne derece akla ve mantığa uygundur sorgulanır fakat öngörülerimizi belirmekte fayda olacağı kanaatindeyiz.
İdam cezası kanunda tekrar yer alsa ve idam cezasını öngören suçları işleyenlerin birkaçının infazı gerçekleşse, bu suçların işlenmesi engellenecek midir? İdam cezası ülkemizde suçtan caydırıcı bir ceza haline gelir mi? Islah edici yönü var mıdır?
Bilindiği üzere suç ve ceza esasen kişi hak ve hürriyetlerini korumak, hukuk kurallarına uygun davrananları gözetmek için kabul edilmiştir. Esas olan suçun işlenmemesini sağlamak, suç işleyeni de cezalandırıp, suç işlemeden caydırıcılığı gözetip adaleti sağlamaktır.
Ülkemizde Ceza Kanununda ki idam cezası 9 Ağustos 2002 tarih ve 4771 sayılı kanun ile barış zamanında kaldırılmıştır. 2003 yılında ise Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 6 nolu Ek Protokolü Türk Devleti tarafından onaylanmıştır. Ek protokolün 1. maddesi; “Ölüm cezası kaldırılmıştır. Hiç kimse bu cezaya çarptırılamaz ve idam edilemez.” hükmünü içermektedir. 14 Temmuz 2004 tarih ve 5218 sayılı kanun ile de Türkiye idam cezasını mutlak olarak kaldırmıştır. Anayasa’nın 38. maddesinde 07.05.2004 tarihinde yapılan değişiklikle “Ölüm cezası ve genel müsadere cezası verilemez” hükmünü getirmiştir.
Demokratik hukuk düzenleri, İnsanları şiddetten korumak zorundadır. Şiddet ve adalet bir arada bulunamaz. Demokrasi, şiddet ve korkuyla da bağdaşamaz Demokratik hukuk düzeni insanları şiddetten uzak tutmayı öngörüyorsa şiddet içeren bir cezayı da içinde barındıramaz. Cezanın amacı, suçluyu ıslah etmesi ,suçların işlenmesinin önlenmesi, suçlunun yaptığının kendisine ödettirilmesidir. Bu çerçeveden bakıldığında idam cezasının bir ıslah etme amacı yoktur. Zira hiç kimse bir suç işlerken bu suçun cezası oldukça ağır mantığıyla o suçu işlemez. İdam cezasının suçların işlenmesini önlemek adına caydırıcılığı da yoktur. İlk etapta idam cezası kulağa caydırıcı gibi gelse de yaşam hakkı ihlalinin geri dönüşü yoktur. Zira zaman zaman görünenin ardındaki görünmeyenin ortaya çıkması zaman alabilmektedir. Nasılsa sonuçta öleceğini bilen, sonucu öngören, suç işleyenler daha fazlasını ve daha ağırını da işleyebilir. Caydırıcılık müessesesi bakımından idam cezasının uygulanmadığı Avrupa ülkelerinde ya da ABD eyaletlerinde mi suç oranı daha yüksek, yoksa idamın uygulandığı Asya, Ortadoğu ve ABD eyaletlerinde mi suç oranı daha yüksektir? Uluslararası Af Örgütü verilerinde en çok kadın tecavüzü ve kadın ölümlerinin yaşandığı ülkelerin, idam cezasının uygulandığı Afganistan, Hindistan, Pakistan, Suudi Arabistan, Yemen, Irak, Suriye, Ürdün, İran, Sudan, Çin, Vietnam, Laos, Tayvan, Güney Kore’ de olduğu gözlemlenmiştir.
O halde cinsel suçların işlenmemesi nasıl sağlanır ?
1 Toplum vicdanını derinden etkileyen cinsel suçlara ilişkin en ağır hapis cezalarını öngören kanuni düzenlemeler yapılmalıdır.Bu suçlara ilişkin cezai indirimler kesinlikle uygulanmamalı ve af kapsamından herhalükarda muaf tutulmaldır.
2 Önemli olan cinsel suçları işleyenlere hakettikleri cezaları vermenin yanında cinsel suçları işleyenlerin sayısını azaltmaktır. Bu noktada kimyasal kastrasyon bir çözüm müdür? 1960 lı yıllardan beri kimyasal kastrasyon yöntemi batılı birçok ülkede uygulanmaktadır. Kimi ülkelerde olumlu sonuçlar alınamadığından kaldırılmıştır.Şayet cinsel suçlara ilişkin tayin edilecek cezalar ağırlaştırılırsa kimyasal kastrasyona da gerek kalmaz görüşündeyiz
3 Sadece cezaları ağırlaştırarak cinsel suçların önüne geçmek mümkün değildir. Devletin esas görevi; anayasa ve taraf olduğu uluslararası anlaşmalar nezdinde vatandaşının yaşam hakkını korumak, vatandaşının maruz kalabileceği her türlü istismar, şiddet, kötü muameleye yönelik gerekli yasal, idari, toplumsal, eğitsel önlemleri almaktır.
4 Ayrıca evlilik öncesi anne-baba ve eş eğitimlerini yasal zorunluluk haline getirmelidir.Çünkü cinsel sapkınlıklar ve cinsel suçlar aile yapısı bozuk ve sağlıksız aile ortamlarının çoğunlukta olduğu toplumlarda sıklıkla görülür. Bu nedenle 18 yaşını dolduran herkesin eğitim almadan evlenmesi gelecek nesiller açısından ciddi problemler teşkil etmektedir. Eğitim sadece cinsel anlamda değildir. Ailelerin çocuklarına vereceği eğitim iyi insan olma çabasını artırmaya yönelik, bu bilinç zemininde olmalıdır. Çocuklar kendi bedenini nasıl koruyacağı ve taciz ya da tecavüzle karşılaştığında anne, baba ya da yetkililerle paylaşması gerekliliğini ve meydana gelen sonucun kendi suçu olmadığını öğrenmelidirler. Cinsel taciz ve ensest ilişki ebeveynlerin bilinçlendirilmesiyle doğrudan alakalıdır.
Sonuç olarak; aile toplumu oluşturan en küçük yapıdır bu noktada ailelere büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bilinçli aileler bilinçli toplumları oluşturur.
“ Eğer insanlar yalnızca cezalandırılmaktan korktukları için ve ödüllendirilmek umuduyla iyilik yapıyorlarsa, biz gerçekten yanmışız demektir.” Albert Einstein