Bir kenti tanımanın en iyi yolu sokaklarında kaybolmaktır derler.Hele keşfedeceğiniz kent her an sizi şaşırtacak bir zenginliğe sahipse ...Binlerce yıllık geçmişi,tarihe yön veren uygarlıkları ile bu kent İstanbul ise ,bende emekliliğimin tadını çıkararak İstanbul’un sokaklarında kayboldum...
Güneşin tatlı tatlı insanlara göz kırptığı bir İstanbul sabahında yürüyüşe çıkayım dedim ,amacım biraz spor yapmak ,biraz hava almaktı sadece,ancakbogaz olağanüstü güzelliğiyle alıp çekti beni içine. İstanbul’da kaybolmanın ne demek olduğunu bir kez daha hissettim. Binlerce yıldır nefes alan ,hiç yaşlanmayan ,yaşaması zor dediğimiz anda kulağımıza yeni bir hikaye fısıldayan İstanbul,o gün yine büyüledi beni.Kenti çevreleyen surlar,insanın içine işleyen görüntüsüyle camiler,ihtişamıyla yıllara meydan okuyan saraylar...
Ve iki kıtayı birleştiren İstanbul Boğazı,ne ilginçtir ki tüm bu güzellikler her gün bir başka görünüyor bana, yada aynı günün farklı saatlerinde bambaşka çehrelere bürünebiliyor.Sanki her gün konuşuyor İstanbul ...Yeter ki günlük telaşlardan başımızı biraz olsun kaldırıp onu duymasını bilelim.Bulunduğum yerden tarihi yarımadayla bakiyorumvbir yanda Ayasofya,sadece bu kentin değil,dünya mimarlık tarihinin en önemli anıtlarından biri,bir zamanlar Fatih Sultan Mehmet’in şehri ele geçirdiğinde ilk namazını kıldığı yer,diger yanda ise Sultanahmet Cami,17.yüzyılın en önemli eserperinden bir başyapıt. Ayasofya ve Sultanahmet’in karşı karşıya olması bir tesadüf mü yalnızca?Yoksa içinden uygarlıklar geçen bu kentin zenginliğine bir selam mı?
Ya boğaza bir mücevher gibi dizilen yalılar ,tarihi bir esere baktığında hayranlığın ötesinde ne çok şey görüyor insan...Yapıldığı dönemin yaşayışı,kültürü ve o yalıların dokusunda barındırdığı kokular,hikayeler...Hep merak etmişimdir bu hikayeleri,acaba kimler yaşamıştır bir zamanlar o ahşap duvarların ardında?Hangiaşklar,hangi acılar ya da hangi sevincler yaşanmıştır ?Hep gördüğümden daha öteye bakmak,daha derinlere inmek istemişimdir. Her zaman o hiç bilmediğimiz hikayeleri merak etmişimdir...
İstanbul sakin ve sessizdi o gün,sessizliği bozan sadece martıların çığlıklarıydı.Boğazı derin derin soluyarak rüzgarın nefesinin nefesime karıştığını hissettim.
Tıpkı Necip Fazıl’ın şiirindeki gibi;
“Ruhumu eritipte kalıpta doldurmuşlar,
Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar.
İçimde tüten bir şey;hava,renk,eda,iklim;
O benim,zaman,mekan aşıp geçmiş sevgilim. ”