Mesele o kuyumcuyu bulmaktadır...

Erol ŞEKER

Değerli olmayı ve değerli olana sahip olmayı kim istemez ki!

Hele ki, değerli olanın değerini layığına verirseniz...  
Mesela; Biliriz ki çoğu ünlü ressamlar yaşarken değeri bilinmemiştir. Ancak o ressam öldükten sonra eserleri paha biçilmez olur.

İşin aslı kişinin değeri yaşarken hissettirilmelidir.

Bu duygudan hareketle, gerek iş yaşamında , gerek sosyal yaşamda değerleri arttırabilmek adına  hep bir mücadele içindedir insanlar. Her kesim bir yol peşindedir .

Herkes kendi düşünceleri doğrultusunda bakış açısını ortaya koyar. Bazen kişiler yanlış yolu da, doğru yolu da seçe bilirler.

O nedenledir ki; O değeri fark eden ve hakkını bilen biri veya birileri mutlaka bir yerlerde vardır.  

İşte bu noktada herkes yıllardır o değerli kişileri arıyoruz. Sadece bizler mi? Hayır doğru iş yapan herkes arıyor. Ama doğrulara değer vereni bulmak artık çok çok güç.

Ve aklıma gelmişken. Bu ay Samsun' da bir Olimpiyat yapılacak. Değerini biliyor muyuz?. Duyduk mu, duymadık mı, suçlu veya suçluları, neyi eksik, değeri neden öğretilememiştir?

***

Vaktiyle bir bilge hoca, yetiştirdiği öğrencisinin seviyesini öğrenmek ister.

Onun eline çok parlak ve gizemli görüntüye sahip iri bir nesne verip:

-“Oğlum” der, "Bunu al, önüne gelen esnafa göster, kaç para verdiklerini sor, en sonun da kuyumcuya göster. Hiç kimseye satmadan sadece fiyatlarını ve ne dediklerini öğren, gel bana bildir.

Öğrenci elindeki ile çevresindeki esnafı gezmeye başlar. İlk önce bir bakkal dükkanına girer ve

- “Şunu kaça alırsınız?” diye sorar.

Bakkal parlak bir boncuğa benzettiği nesneyi eline alır; evirir çevirir; sonra:

- “Buna bir tek lira veririm. Bizim çocuk oynasın” der.

İkinci olarak bir manifaturacıya gider.

O da parlak bir taşa benzettiği nesneye ancak bir beş lira vermeye razı olur.

Üçüncü defa bir semerciye gider. Semerci nesneye şöyle bir bakar;

- “Bu” der “benim semerlere iyi süs olur. Bundan “kaş dediğimiz süslerden yaparım. Buna bir on lira veririm.”

En son olarak bir kuyumcuya gider.  Kuyumcu öğrencinin elindekini görünce yerinden fırlar.

“Bu kadar değerli bir pırlantayı, mücevheri nereden buldun?” diye hayretle bağırır ve  Hemen ilâve eder.

- “Buna kaç lira istiyorsun?”

Öğrenci sorar:  - "Siz ne veriyorsunuz?”

Kuyumcu; - “Ne istiyorsan veririm.”

Öğrenci,  - “Hayır veremem.” diye taşı almak için uzanınca,

Kuyumcu yalvarmaya başlar: - “Ne olur bunu bana satın. Dükkânımı, evimi, hatta arsalarımı vereyim.”

Öğrenci emanet olduğunu, satmaya yetkili olmadığını, ancak fiyat öğrenmesini istediklerini anlatıncaya kadar bir hayli dil döker.

Mücevheri alıp kuyumcudan çıkan öğrencinin kafası karma karışıktır.

Böylesi karışık düşünceler içinde geriye dönmeye başlar. Bir tarafta elindeki nesneye yüzünü buruşturarak 1 lira verip onu oyuncak olarak görenler, diğer tarafta da mücevher diye isimlendirip buna sahip olmak için her şeyini vermeye hazır olan ve hatta yalvaran kişiler..

Bilge hocasının yanına dönen öğrenci, büyük bir şaşkınlık içinde başından geçen macerasını anlatır.

Bilge sorar: “Bu karşılaştığın durumları izah edebilir misin?”

Öğrenci: “Çok şaşkınım efendim, ne diyeceğimi bilemiyorum, kafam karmakarışık” diye cevap verir.

Bilge hoca çok kısa cevap verir: - “Bir şeyin kıymetini ancak onun değerini bileni anlar ve onun değeri bilenin yanında kıymetlidir.”

Her insanın hayatında varlığını ve değerini bilen, hisseden, fark eden kuyumcular mutlaka vardır.

Mesele o kuyumcuyu bulmaktadır…

Mutlu ve (sağ)lıcakla kalın...

İlk yorum yazan siz olun
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.