Dünyaya kardeşlik, eşitlik ve özgürlük müjdeleyen Fransız Devrimi yalnızca dokuz sene sonra Mısırlıların hayatına bir kâbus gibi çöktü. Napolyon’a göre İngiltere’nin yumuşak karnı Britanya’nın sömürgelerine giden yolu tutan Doğu Akdeniz coğrafyasıydı. Fransız donanması 1798’de Mısır’ı işgal etti. Bu emperyalist müdahaleyi benzerlerinden ayıran askerin yanında bilim adamlarının da işgale doğrudan katılmasıydı. Yaklaşık 200 bilim adamı (savant), Mısır’ı baştan sona dolaşarak dünyanın ilk kapsamlı bölge çalışmasını, Description D’Egypte’i yazdılar. Demografiden coğrafyaya, zoolojiden botaniğe, siyasetten tarihe, dinden arkeolojiye bir çok açıdan didik didik araştırılan ve envanteri çıkarılan Mısır, 20 büyük ciltlik, bu çalışma ile belirlenmiş bir nesnellikle görünür kılındı. Ülke artık hükme uyumlu hale getirilmiş, iyice “anlaşılmış” bir objektif nesnelliğe kavuşturulmuştu. 4 Mısır’ı Mısırlılar elbette tanıyordu, ancak onların tasviri kendi suretlerine içkindi ve Fransa tarafından kullanılmaya hizmet etmiyordu. Mısır’ın yeni tasviri ve hatta nizam-ı cedid’i önceki suretlerini düzensizlik ve kakofoni olarak kodlayarak, kendisini asli bir tezahür olarak sunuyordu. Fransız işgali kısa sürdü. Britanya bir süre sonra Mısır’daki Fransa egemenliğini sonlandırdı ve doğu kolonilerine gidişin yolunu tekrar açtı. Böylece Osmanlı’dan iyice kopan ve Britanya yörüngesine giren Mısır, Türkiye’den göçmüş ve Türkçe konuşan bir zümrenin idaresine kaldı. Siyaseten İstanbullu, iktisaden sömürgeci, sosyal olarak Arap olan Mısır, 1881’e kadar bu döngünün içinde evrildi. Bu duruma karşı çıkan Arap seçkinler orduda yükselebilmiş ender Mısırlılardan biri olan Ahmed Urabi önderliğinde bir ayaklanma başlattılar ve İskenderiye’yi kısa bir süre kontrol altına aldılar.3 Dünyanın ilk pamuk vadeli işlemler piyasasının kurulduğu bu kent küresel kapitalizm için çok önemli bir yere sahipti. Bunun yanısıra Hindistan’ın ham maddelerini Manchester’ın fabrikalarına taşıyıp mamul mal olarak Hintlilere satan İngiliz sömürgeciliği için 1869’da açılan Süveyş kanalı hayati bir önem taşımaktaydı. Mısır Mısırlılara bırakılmayacak kadar önemliydi sömürgeciler için. İngiltere büyün bir güçle saldırdığı Mısır’ı 1882’de tam anlamıyla himayesine aldı. 4 Mısır kraliyetin bir eyaletiymişçesine başına da Lord Cromer adlı valiyi atadı. Cromer, sömürgeci valilerin en deneyimlilerindendi. Hindistan’da sömürgeciliğin rahlesinden geçmiş, bizzat sömürgeci idarenin bilimini yapmaya başlamıştı. 5 1907’ye kadar idare ettiği Mısır’a dair yazdıklarıyla günümüz Oryantalist yazarlarınca hala bir uzman olarak kabul edilen vali, yazdığı kitaplarda ampirik olarak kendi gözlemlerini ve Napolyon’un asker-bilim adamlarının ürettiği Mısır Tasviri’ni kullanmıştı. 6 Böylece Ortadoğu’ya dair bilgi, askeri-siyasi bir güdülenmeyle birikmeye başladı. Cromer’e göre Britanya kendi kendine gelişmeyi beceremeyecek olan Doğu’ya yardım etmek zorunda kalmıştı. Dünyanın doğusunu ehlileştirip medenileştirmek beyaz adamın boynunun borcu, makus talihiydi. Sömürgeci güdülerden ziyade “Beyaz adamın makûs kaderine” razı olan Cromer’in görevi, kendi başına düzenli bir idare kuramayan Mısırlıları nizama sokmak, yeni düzenin nimetlerini sunmaktı. Mısır gelişememişti çünkü İslamiyet kültürel olarak geri bir uygarlık formu kurmuş, kadınları ikinci sınıf vatandaşlar olarak kodlamış 7 , bilimsel gelişmenin önünü tıkamış, sınaî gelişme yerine küçük atölye üretimini özendirmiş, düzensizliği düzene tercih etmişti. Bunun sonucunda kendi kendisini idare etmekten aciz Mısırlılar başkalarının yardımına muhtaç olmuşlar; Türkler ve Britanyalılar sayesinde ayakta kalmışlardı. 8 Cromer’in Mısırlılara dair olumlu bir tek gözlemi vardı: çok iyi taklitçi olmaları. Böylece eğer Cromer Mısırlı olmayanların idaresinde bir idare nizamı tesis edebilirse ve bu düzen, yani nizam-ı cedid, Mısır’daki varlığını sürdürebilirse Mısırlılar kendilerini Cromer’in söylediği tarza idare edebilecek duruma gelebilirlerdi. Irkçı, gelişme ideolojisine dayanan, kültürel kodların tasvir edilen nesnenin özü olduğunu düşünen ve tasvirci bir gerçekçilikle bezenen Şarkiyatçı yaklaşımlar Cromer tarzı yöneticilerin himayesinde gelişti. Ancak Ortadoğu bir objektif nesne olarak kabul edilmiyordu. Mısır, Suriye, Sudan, Lübnan vs. gibi yerlere dair birbirine benzer formda bilgi birikimleri sağlanmış ancak bu birbirinden farklı ve uzak coğrafyaları ortak bir eksende bir araya getiren bir yaklaşım ortaya çıkmamıştı. Bu zamanlarda güney İtalya, Kuzey Yunanistan, Orta İspanya, Doğu Polonya, Mısır, Suriye vs. gibi yerler benzer özelliklerle anılabilen bir durumdaydı. Ayrı dünyaların coğrafyaları olmaya ancak Birinci Dünya Savaşı’yla birlikte başladılar. İngiliz ordularının Doğu sömürgelerine lojistik destek vermek için Londra ve Doğu’nun ortasında bir merkeze ihtiyacı vardı. Orta Doğu terimi bu ihtiyaçtan ortaya çıktı. Bölge Doğu (Bombay) ve Batı (Londra) arasında Orta bir yerde yer alıyordu ve Uzaktaki doğu kolonilerinden daha yakındaydı. Böylece Britanya’nın Hindistan Bakanlığı ile Hindistan’daki sömürge yetkilileri arasındaki yazışmalarında bölge ilk kez Ortadoğu ya da Yakındoğu adlarıyla anılmaya başlandı. Ancak 1900lerde hatlar sıklıkla karışıyor, hudutlar belirsizliğini koruyordu. Dünya Savaşı bittiğinde ise Yunanistan ve Güney İtalya Yakındoğu’da kabul edilirken, Yakındoğu’nun doğusu ile Afganistan arasındaki bölge’ye Ortadoğu denmeye başlamıştı. İkinci Dünya savaşı ertesi Ortadoğu kavramının coğrafi içeriği tam anlamıyla belirlenirken, Ortadoğu günümüze kadar süren bir savaş ve tahakküm rejimine savruldu. Britanya İkinci Dünya Savaşı sırasında en önemli cephaneliğini Mısır’a kurmuş ve buraya “Britanya Ortadoğu Lojistik Merkezi” adını vermişti. Resmi yazışmalarda binlerce kere kullanılan ve özünde askeri ve kolonyal bir harç bulunan bu sözcük, savaş sonrası “normal” bir kavrama dönüştü. Ortadoğu’nun sözlük anlamı istikrara kavuşurken Ortadoğu halkları istikrardan oldu. Şimdi Ortadoğu dediğimiz coğrafyanın herhangi bir kültürel, sosyal, coğrafi, iktisadi, ya da siyasi bir ortak özelliği olmamasına rağmen ortak bir adla anılmasının asıl nedeni budur. O zaman Ortadoğu aslen yanlış, isabetsiz, nesnel gerçekliği olmayan bir kategori midir? Modern bilimlerle iktidar ilişkileri arasındaki organik ilişki nedeniyle Ortadoğu kavramının isabetsiz bir gösteren olduğunu söylemek de yanlış olur. Çünkü iktidar ilişkileri içerisinde bir gerçeklik evrilmiştir. Dahası, kurumsal olarak göstergesel gücü tamir edilmektedir. Ortadoğu Haber Ajansı, Ortadoğu Teknik Üniversitesi, Ortadoğu Havayolları varsa, bu makale gibi Ortadoğu kavramını başlığında kullanan binlerce makale yazıldıysa, artık Ortadoğu kavramının doğru ya da yanlış olduğunu tartışmak doğru olmaz. Kaldı ki her ne kadar isabetsiz bir Şarkiyatçı söylem içerinde evrilmiş olsa da kavramın kendisine içkin bir sorun yoktur. Sorun olan kullanım, üretim ve dolaşım alanlarındaki iktidar mantığıdır. Bu mantık değiştirildiğinde kavramın siyasi göstergesi de değişebilmektedir. Örneğin Ortadoğu Çalışmaları Birliği (MESA) başlangıçta Şarkiyatçı bir söylemin hamisiyken, günümüzde Şarkiyatçılık eleştirilerin merkezi olmuş ve özellikle ABD’deki birçok muhafazakâr ve Siyonist Şarkiyatçı kurum tarafından eleştirilmiştir.