Millet olarak yabancılara karşı her geçen gün hayranlığımız artıyor. Bu hayranlığımızı da her sahada yaşamımızın içinde, söylem ve eylemlerimizde de göstermekten de çekinmiyoruz.
Edebiyatta olsun, sanat değerlerinde olsun hep yabancılar ön plana çıkmaktadır. Hâlbuki bizim de en az yabancılar kadar hatta yabancılardan da üstün her sahada değerlerimiz vardır.
Mesela; Gazetede köşe yazarlar yazılarında verecekleri bir örneklerde, gösterecekleri bir konuda hep yabancı isimler vermeyi çok sevdiklerini net şekilde göstermekten çekinmiyorlar.
Bu şekilde örneklemelerle kendilerini ve yazılarını daha çok ön plana çıkardıklarını sanırlar anladığım kadarı ile ama asıl beyinlerinin arkasında ki düşünceyi kimse bilmez.
Ya da bakın ben ne kadar kültürlü, ne kadar entelektüel bir yazarım hep tanınmış, güçlü kalemlerden, yazar veya profesör, bilim adamından örnekler vererek ispatımı yapıyorum der gibi bir hissi okuyucusuna yansıtmaya çalışıyorlar.
Mesela bizim yazar- çizerler Amerikalı bir profesörün “elini yıkarken önce sabunu al, sonra suyu aç!” tezini öve öve bitiremezlerken, Alemlere rahmet olarak gönderilen Yüce Peygamber'imizin “Evinizin önünde akan ırmaktan bile abdest alırken suyu israf etmeyin!” hadisi şerifini hiç akıllarının ucundan dahi geçirmezler.
Müzikte Mozart'ı, Edebiyatta Şekspir'i yazılarından, kalemlerinden uzak tutmazlarken, İstiklal Marşımızı kaleme alan Mehmet Akif Ersoy'u, Necip Fazıl’ı, Yahya Kemal’i ve daha yüzlerce sanat, edebiyat dehalarımızı, değerlerimizi kolay kolay yazılarına dökmekten imtina ederler.
Gerçi son yıllarda AK Parti iktidarı ile Cumhurbaşkanının sık sık bu isimleri anmasından kaynaklı bir nebze yazılara yansıtılsa da, yabancı hayranlığını hala geçememesi şaşkınlık vermektedir.
Geçtiğimiz günlerde ülke de bir Kutlu Doğum Haftası tartışmaları başladı. Hemen karşısına Mevlid- Şerif ve Mevlid kandili diye dinimizde bir uygulama yoktur denilmeye başlandı.
Yani kendi değerlerimizi yıkıp, talan edilirken gösterdiğimiz çaba ile yabancılara olan veya devlete ihanet noktasına gelenlerin ortaya koyduklarına savunmayı bitiremiyoruz.
Tarih fışkıran Anadolu' da Oğuzlardan, Hitit'lerden, Osmanlı' dan kalma eser bulunduğunda sessiz sedasız iki satır yazılan haberlere nispet, Bizans, Roma dönemine ait veya yabancı ülkelere ait kalıntıları ayyuka çıkartmakta üstümüze yok.
Başta dedim ya!. Yabancı hayranlığımızı yenemiyoruz.
Mesela Samsun' da Yaygın basın dediğimiz Ulusal yazılı basınla birlikte yerel dediğimiz ama kendi içinde de ayrıma uğrattığımız gazetelerimize iyi bakın.
Tepeden başlayan ayrışma yerel de yani Samsun ve İlçelerinde de gözle görülür şekilde gerçekleşiyor.
Örneğin Çarşamba'da yayımlanan Haber Expres Gazetesi ile Samsun' da yayımlanan gazetelerin resmiyeti hemen hemen yokken, sadece maddi yönden güçle donatılan İl gazeteleri Fakültelerde, Siyasi partilerin konferanslarında, Okullarda vs, vs her yerde gücüne göre ayrım yapılması herkesi üzüntüye sevk ediyor.
Samsun'la ilçelerde habercilik görevini yapmaya çalışanlar arasında en bakir örnek ne derseniz; Samsun' da daha çok kalıp, klişe gazetecilik varken ilçelerde haberin doğal şekilde kaynağına muhabir, gazeteci kendisi giderek yapıyor.
Yani haberi hem yaşıyor hem görevini idame ediyor. Maddi kaygıdan çok meslek kaygısı ve endişesi ile doğru haber konusunu düşünüyor.
Lafın özü şu;
Kendi değerlerinizi yabana atmayın. Kendi insanımızı karalamayın ve değerini iyi bilin. Bu değeri bilme konusu insanının, işinin, görevinin, mesleğinin velhasıl her iş erbabının değerini bilin. Bilin ki, yarınımız olacak çocuklarımıza sağlam, karakterli ve güçlü bir geçmiş bırakabilelim.
Maddiyatla, siyasetle, makam- mevki ile değerleri çarpıştırmayalım. Özümüze dönüp, penceremizi, kapılarımızı araladığımızda can havli ile yardım isteyeceğimiz yine kapı komşularımızdır. Unutmayın. Mutlu ve (sağ)-lıcakla kalın...