Ölümü müthiş tasvir etmiş Cahit Sıtkı; “Bir kere misafire çıkmış adın, istesen de gideceksin, istemesen de…” Gelmek ve gitmek mesele değil, o zaten biz insanoğlunun elinde değil. Önemli olan o boşluğu nasıl doldurduğunuz. Ne için yaşıyoruz? Öncelikle bu cevabı kendi içimizde mukayese etmeliyiz. Son nefeste pişmanlık duymak istemiyorsak her şeyi Allahü tealanın rızasına kavuşmak için yapmalıyız. Ecel her an ensemizde, ölüm her an kendini hatırlatıp dururken neyi paylaşmaz insan?
Allah’tan baka kimden ne istiyor ve bekliyorsak hepsi zamanla hayal kırıklığına uğratacaktır. Geçici fani dünyada kalıcılığı aramayalım. Üç günlük dünya dediğimiz yerin çok fazla sancısını çekiyoruz. Bir adım sonramızda başımıza nelerin geleceğini bilmeden, kendimizden çok emin adımlarla yürüyoruz. “Daha çok gencim, namaza yarın başlarım. Şu işim olsun ondan sonra “ vs. diye uzar gider bahanelerimiz. Bir başkası bizi aldattığında çok büyük tepkiler veririz de kendi kendimize aldattığımızı yine kendimize itiraf etmekten korkarız. Verilen her sanayinin, dakikanın, saatlerin ve nefesin kıymetini çok iyi bilmeliyiz.
Yarın bizim için çok geç olabilir. Şu an, şimdi yapmalıyız ve yapmak istiyorsak. Zaman akıp gidiyor ve biz onu tutamıyoruz. Her şey ileri akıyor. Zamanı geri saymaya bizim gücümüz yetmiyor. Kim veya neler bizim ahretimizden öneli ki? Öldükten sonra son görevlerini yapıp zamanla unutan, bir Fatiha’yı çok gören insanlar mı?
Toprağın altında çürüyüp gideceğiz. Geriye bize kalan sadece amellerimiz olacak. Çünkü ölümden başka her şey ödünçtür. Bugün dünya da keyfin in yaşarsan, yarın ahrette keyfin kaçar. Ömrümüzün en içten duası; Rabbim affeyle!