Hayatı sürdürebilmek ve ekonomik ihtiyaçları giderebilmek için su hidrolojik döngüden alınır, kullandıktan sonra yine aynı döngüye iade edilir. Bu olaylar sırasında suya karışan maddeler suların fiziksel, kimyasal ve biyolojik olarak özelliklerinin değişmelerine neden olurlar ve sular kirlenir. Su kirlenmesi suya bağlı ekosistemlerin etkilenmesine, dengelerin bozulmasına ve giderek doğadaki tüm suların sahip oldukları kendi kendini temizleme kapasitesinin azalmasına veya yok olmasına yol açabilir. OMÜ Ziraat Fakültesi Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Demir, su kirliliğine dikkat çekerek, önemli açıklamalarda bulundu.
“Avrupa’daki deterjanlarda yüzde1-5 arasında olan fosfat oranı, Türkiye’deki deterjanlarda yüzde 15-30 arasında”
Marmara Denizi’nde 1978 yılında 126 balık çeşidi olduğunu fakat bugün 25 balık çeşidinin kaldığının altını çizen Prof. Dr. Yusuf Demir, “Temel su kirleticiler olarak evsel atıklar, sanayi atıkları, tarımda kullanılan gübre ve zirai ilaç kalıntıları, hayvansal atıklar, atmosferik kirleticiler, maden atıkları, çöp depolama sahaları gibi çok farklı kaynaklar sayılabilir. Hava kirliliği sonucunda meydana gelen asit yağmurları su kirliliğinde önemli etkilere sahiptir. Atmosfere yayılan kükürtdioksit ve azotdioksit gazlarının kimyasal dönüşümlerden geçtikten sonra bulutlardaki su damlacıkları tarafından emilir, bu damlacıklar yeryüzüne yağmur, kar gibi yollarla düşerek toprağın asitlik miktarını arttırır ve tatlı su kaynaklarının kimyasal dengesini bozarak kirletir. Evsel atık sular, bulaşık makinelerinden, çamaşır makinelerinden, yemek atıklarından, mutfak lavabolarından, tuvaletlerden, çamaşırhanelerden akıtılan sulardır. Evlerimizde kızartma yapmak için kullandığımız veya motorlardan çıkarılan bir litre yanık yağ 800 bin litre suyu kirletmektedir. Fazla miktarda, tuz, sabun ve deterjan aynı yolla su kaynaklarına karışır, sulara karışan organik maddelerin parçalanması için faaliyet gösteren mikro organizmalar, suda çözünmüş oksijeni tüketerek amonyak ve diğer zehirli maddelerin oluşmasına neden olurlar. Türkiye'de üretilen deterjanlardaki fosfat oranı yüzde 15-30 arasında iken, Avrupa’da bu konuda getirilen sınırlamalarla yüzde 1-5 arasında kullanılmaktadır. Fosfatlar ve diğer deterjan kirlilikleri nedeni ile de birçok balık türü yok olmaktadır. 1978 yılında Marmara Denizi'nde 126 balık çeşidi varken, bugün 25 çeşit kalmıştır” dedi.
“Su kirlenmesinin ne zararı var, su hidrolojik döngüde buharlaşıp tekrar yağış şeklinde geri dönmüyor mu?” sorusuna açıklık getiren Yusuf Demir, “Bunu anlayabilmek için elimize iki bardak alalım, birine temiz su, birine ise yağ, deterjan gibi maddeler ile kirlenmiş su koyalım, her iki bardağı pencerenin önüne koyalım, sizce hangisi daha kolay buharlaşır ve atmosfere geri döner, elbette temiz su, işte öncelikle suyu kirleterek hidrolojik çevirimi etkileriz ve atmosferdeki yağış rejimini değiştiririz" ifadelerini kullandı.
Suyun kainattaki önemine de değinen Demir, şunları söyledi:
“Her iki bardağa birer kaşık tuz katalım ve eritmeye çalışalım hangisi daha kolay erir, elbette temiz su. Suyun kainatta en önemli görevlerinin başında tüm canlıların taşıyıcısıdır, canlıların ihtiyaç duyduğu maddeleri taşıyabilmek için, bu maddeleri bulunduğu ortamdan su tarafından çözülerek taşıması gerekir, suyu kirleterek bu özelliğine de zarar verir canlı yaşamını tehdit eder, ayrıca taşıma görevini yeterince ve sağlıklı yapamayacağı için faydası da azalır. Suyun en önemli görevlerinden biri de ısıyı depolaması ve dönüştürmesidir, kainatın enerji depolama ve dönüştürücüsüdür, kirlendiğinde bu görevini de yeterince ifa edemeyeceği için, atmosferik denge bozulmaya, küresel ısınma ve soğuma gerçekleşmeye başlar. Kısaca, beyaz bir kağıda konulan siyah noktanın kalıcı etkisi gibi suya yapılan her müdahale ve kirletme onun görevini yapmasına engel olacak, bunun sonucunda atmosferde kurduğu denge bozulacak ve yaşadığımız dünyanın yaşam şartları değişecek, gelecek nesillere farklı bir dünya bırakacağız.”
“Suyu kirlettiğimizde çevreyi, doğayı, yaşamın her aşamasını kirletir, yaşadığımız dünyayı yaşanamayacak hale getiririz”
Suyu kirletmenin birçok olumsuz etkisinin olduğuna değinen OMÜ Ziraat Fakültesi Tarımsal Yapılar ve Sulama Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yusuf Demir şöyle devam etti:
“Çevre kirlenmesi denilince genellikle hava, su ve toprağın kirlenmesi düşünülür. Bunlardan en kolay ve çabuk kirlenen kuşkusuz sudur. Suyun en önemli özelliklerinden biri temizleme özelliğidir ve her kirlenen şey genelde su ile yıkanarak temizlenir, bu da kirliliğin son mekânının su olması anlamına gelir. Havanın ve toprağın kirlilik bakımından zamanla kendi kendilerini yenilemeleri bir bakıma kirliliklerini suya vermelerine neden olur. Suyun bu görevini yapabilmesi için doğal döngüsünün bozulmaması gerekir. Örneğin kirli su ile ellerinizi sabunladığınızda sabun yeterli ölçüde köpüremez ve su temizleme görevini yerine getiremez, çamaşırlarınız yıkamaya kalkarsanız temizleme yerine kirletirsiniz, toprak ve canlıların yaşadığı tüm ortamlarda da aynı etkiyi yapmaktadır. Kısaca günümüzde küresel iklim değişim dediğimiz olayın en önemli tetikleyicisi kainatın temel taşı olan suların kirletilmesidir. Suyu kirlettiğimizde, çevreyi, doğayı, kısaca yaşamın her aşamasını kirletir, yaşadığımız dünyayı yaşanamayacak hale getiririz. Suyumuzu doğru kullanmak, israf etmemek kadar suyumuz kirletmemekte önemlidir. Su kaynaklarının kirlenmesini önleyici kişisel bazı tedbirler; canlı artıklarının sulara atılmaması, sentetik deterjanlı suların ve yanık yağların bir yerde toplanması, tarımda kullanılan ilaçların ve gübrelerin sulara karışmasının önlenmesi, sanayi ve maden artık ve atık sularının suları kirletmesinin önlenmesi, su kaynakları çevresinin temiz tutulması, çöp ve diğer atıkların sulara bırakılmaması ve suları kirletenlerin uyarılmasıdır.”
“Bir damla suyu korumak insanlığı ve geleceğimizi korumaktır”
Suların kirletilmemesi için yapılması gerekenleri de sıralayan Demir, açıklamasını şöyle tamamladı:
“Zaten kısıtlı olan doğal su kaynaklarımız korumaya alınmalı; kentleşme, sanayi ve tarımsal kimyasalların baskısından kurtarılmalıdır. Özellikle başta İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerimizin olmak üzere ülkemizin her yerinde zaten kısıtlı olan su havzaları korunmalıdır. Planlanan içme suyu barajları yapımına, ormanların korunması ve erozyonla mücadele projelerine öncelik verilmelidir. Ülkemiz imzaladığı ve onayladığı başta Ramsar Sözleşmesi olmak üzere uluslararası sözleşmelere uygun olarak sulak alanlarını dikkatle korumalıdır. Her insanın yeterli, temiz ve güvenli suya erişimi temel hakkıdır. Ülkemizi yönetenler bu temel hakkımıza saygı duyarak zaten yetersiz olan su kaynaklarımızı korumak, geleceğe taşımak için azami dikkati göstermelidir. Bir damla suyu korumak insanlığı ve geleceğimizi korumaktır.”
İHA