Aziz Dostlar:
Geçtiğimiz haftalarda size Hasan Gazi türbesinde çürümeğe terk edilmiş bir kitaptan bahis etmiştim. O kitabın bir bölümünü eski Türkçe harflerinden günümüz Türkçesine çevirdim. TÜRK OCAKLARININ ilk kurultayında Ocağın ilk başkanı ve Milli Eğitim Bakanı HAMDULLAH SUPHİ (Tanrıöver) konuşuyor. Bütün Milliyetçilerin ne vatanseverlerin bu yazıyı kesip saklamalarını tavsiye ediyorum.
Aziz Arkadaşlar:
Ocağımızın tarihinde çok mühim bir güne vasıl olduk. Ocakların murahhaslarından (delege) mürekkep olan bu içtima, bizim için ne mesut bir hadisedir. Bu içtimanın(toplantı) akt edildiği gün müessesemizin tarihinde ve bizim hatıramızda ne mühim bir iz bırakacaktır.
Müessesemiz kurulduğu zamandan bugüne kadar memleketin uğradığı bütün felaketlere geçirdiği acı günlere rağmen hiçbir zaman ümitsizliğe uğramadı. Bilakis hastalıktan sonra yeni bir hayat hamlesiyle ortaya çıkan gençler gibi kuvveti artıyordu. İnkişafına devam etti. Bundan on iki sene kadar evveldi. Gazeteler küçük bir haber yayınladılar. TANİN’İN 1328(1912) Mart 18 tarihli nüshasında şöyle bir ilan verilmişti. Teşekkür eden TÜRK OCAĞI’NIN kurulması için hükümetten gerekli müsaade alınmıştır.
İmza: Murahhas mesul aza Kahyaoğlu HALİS TURGUT.
Demek ki o tarihte Ocak açılmıştı. Bu nasıl bir hadiseydi. Nasıl bir manaya delalet ediyordu. TÜRK namına izafe edilerek meydana çıkan bu müessese hangi telkinin mahsulü idi.
Aziz Arkadaşlar:
Yakın zamana kadar bizimde mensubu olduğumuz Osmanlı İmparatorluğu biliyorsunuz bir nevi Müslüman Avusturya yeni bir Bizans idi. Burada yirmiden fazla her biri diğerine ve hepsi birden TÜRK’E düşman anasır(unsurlar, ırklar) ortasında TÜRK MİLLETİ ismi zikr edilmeyen daima arkada kalan, hak davası olmayan, unutulmuş, bir kitle halindeydi.
Şarkta(doğuda) Rum davası vardı. Bir Ermeni, bir Bulgar davası vardı. Arap, Arnavut milletleri bile kendi menfaatlerini hususi bir merhalede aramaya başlamışlardır.
Yalnız bir MİLLET vardı ki, bu memlekette adı, münakaşalar(tartışma) cereyan ettiği zaman, asla hatıra gelmezdi. Türk’e ehemmiyet verilmezdi. Kale alınmayan yalnız oydu. Diğerleri sahnenin önünde duruyorlardı. Türk arlarda gerilerde karanlıklarda kalmıştı.
TÜRK OCAĞI inkar edilen bu millet namına ortaya çıkmış bir müessesedir. Ocak ilk kurulduğu vakit müthiş bir husumet havasına muhatap olunduğu görüldü. Ona kimse tahammül edemiyordu. Binasını görenler, levhasını okuyanlar kızıyorlar dalga geçiyorlardı.
TÜRK OCAĞI kendi karşısında malaz(hastalıklı) vaziyette bir sürü eski köhne müesseseler buldu. Bunlar vaazlarıyla, mecmualarıyla, maziden ananeden kuvvet alan bütün vasıtalarıyla TÜRK OCAĞINA taarruza başladılar. Osmanlılık onun düşmanı idi. Başkalarının milli cereyanlara kapılmasından parçalanan bir vatanın sahibi ve kurucusu olan millet, nasıl milli cereyanlara kapılıyordu? Medrese ona candan düşmanlık ediyordu. Duran ve durdurulan, çürüyen ve çürütülen medrese dersleriyle vaazlarıyla TÜRKLÜĞÜ savunmanın bir çürüme bir küfür olduğunu ilan etti.
Saray bir avuç Türk yerine otuz milyon Osmanlı üzerine hükümdar olmayı tercih etti. Saray bir tek gün TÜRK milli cereyanlarına samimi olarak iltifak etmedi. TÜRK’Ü duymadı, onu aklamadı. TÜRK OCAĞI kendi hanedanıyla bir mevzudiyet verdiğini düşünen Saray Türklük hareketine nankörlük gibi bakıyordu. Osmanlılık yerine Türklük fikri ileri sürmeyi muzur, fesat bir düşünce ad ediyordu.
Siyasetin ve siyasi endişelerin esiri olan fırkalar(parti) bir derman gibi ona yardım eder gibi görünüyorlar: diğer taraftan ondan korkuyorlardı. Hatta o devrin en maruf (saygılı) simalarından biri (acaba Türk ocağı namıyla karşımıza devamı Ermeni patrikhaneleri gibi bir şeymi doğuyor.) diyorlardı. TÜRK olmayan anasızlar nazarında beğenmedikleri adı ve aşağı görecekleri TÜRK MİLLETİNİN milli akımına hakaret ediyorlardı. Türk milli cereyanı kaba bir ideal bir özentiydi. Bu doğmadan ölmeye mahkümdu.
Son zamanlarda çıkan bazı kitaplarda okuduğumuz gibi ; Türk milli akımı yabancı memlekette yaşayan ecnebi alemlerin eserlerinden ilham almıştır. İdeologların Türk’ü, Türkiyatı tıpkı yunaniyet ve mısıriyet gibi doğrudan doğruya soğuk bir ilim endişesinden doğan bir tedkikden bir yazıdan ibarettir. Bu kitaplar bizim milli cereyanlarımızın meydana gelişinden çok sonra yazılmıştır.