Hepimiz aslında resmi dilimiz TÜRKÇE ve bu dili öğrenip, okuyor, konuşuyoruz.Birbirimizi anlamamak gibi bir durumumuz olmamalı diye düşünüyorum. En azından eğitim noktasında hepimiz böyle düşünüyoruz.
Bazen konuştuğunuz da veya bir söz söylediğiniz de acele etmeyin bence bir derin nefes alıp beklemeliyiz. Çünkü en ç.ok hatayı konuşma içinde ki sinir, sıkıntı ve yüksek perdeden konuşmaların gidişatında bazen yanlış ve hatta kötü algılara neden olunabiliyor.
Oysa konuşmalarda çoğu sözlerin, cümlelerin sonunu bekleyebilsek belki çok güzel cümlelerle veya kelimeler donatılacağız. Ya da içi dolu sözcükler mi, yoksa boş sözlerle mi hükmü her zaman var mıdır, yok mudur anlaşılamayabiliniyor. Peki sizce nasıldır? Türkçe lastikli bir dil deriz. Nereye çekerseniz oraya gider. Bu aslında kötü ve yanlış bir algıdır. Bence nasıl anlamak isterseniz konuşma da o yöne gider diyorum. Yani konuşmanın sonunu kötü algılamayla kafaya yazdıysanız o sözler kötüye, iyi ise o cümleler iyi yani doğru algıya doğru mutlaka gidecektir. Ya sizce nasıldır?
Mesela; ‘AIIah beIanı versin!’ diyoruz ya!' İşin aslı tepkimizi hemen vermeyip beklediğimiz de belki de o söz bizi bam başka bir yere götürür. Hemen her şeyi kötüye yorumlamak kadar tehlikeli ve yanlış bir olay daha yoktur. O nedenle sohbet veya tartıştığınız bir kişinin sözlerinin devamın dinler ve o cümleler şöyle gelirse ne yapacaksınız?
"Sevgili sahi verir mi seni bana geri?"
Yani sözün tamamın da, "AIIah belanı versin! diyorsun ya! Sevgili sahi verir mi seni bana geri?"
Ya da kızgın anında birisi size dönüp haykırarak "Sİ...." deyip durduğunda ne anlaşılır sizce?. Kötü düşünenler küfr, güzel ve işi düzeltmeye çalışanlar, iyi bir şeyler algılamak isteyen ise bu sözün akabinde "Sİ-NİRLİYİM bulaşma git başımdan" algılar. Sizce hangisi doğrudur? Bu dönem de ikincisini inanmıyorum çoğunuz asla demez diyeceksiniz. İşte o düşünce sizin içinizde ki düşüncelerinizin ne kadar kirli ve kötü hisler olduğunun aynasıdır...
Bazen insanlar kızgın olmadıklarında da aslında her şeyi iyi düşünür ve bunları dile getirebilirler. Yer ve olay anı mı, yoksa söyleyen insanın düşünce, fikriyatı, kişiliği mi önemlidir sizce?
İşte güzelim Türkçemizin ve biz insanların nasıl eğitimden geçirildiğini ve yaşam koşullarında ne hale getirildiğimizi iyi düşünün. Haydi bakalım şimdi ne söyleyebilirsiniz bu düşüncelere...?! Bunu açıklayın açıklayabilirseniz bakalım.
İşin aslı bazen insanlarla nasıl konuşursanız konuşun, eğitimli, kültürlü olduğunu bilseniz bile çoğundan aslında cahildir. Bu vesile ile de "Cahile söz (laf) anlatmak deveye hendek atlatmaktan zordur." denilmiştir.
İşin aslı, "Laf torbaya girmez." Yani ağızdan çıkan bir söz, artık gizli kalmaz, herkes onu duyar. Ağızdan söz bir kez çıktı mı artık onu gizlemek mümkün değildir. Çünkü onu herkesin duyması kaçınılmazdır. Bu sebeple söz ağızdan çıkmadan önce iyice düşünmeli, nereye varıp varmayacağı hesaplanmalı ondan sonra sarf edilmelidir.
Ama bazen de her lafla işlerin yürümeyeceği de dile getirilmiştir. O nedenle atalarımız o konu için de demiş ki; "Lâfla peynir gemisi yürümez"
İnsanlar ne kadar az düşünürse, o kadar çok konuşur. O vesile ile de önce düşün sonra söyle denilmiştir. İşin aslı öfkeli konuştuğunuz da göreceksiniz ki, pişman olacağın en güzel konuşmayı yapmışsınız.
Konuşurken söylediklerimizin bir anlamı ve yararı olup olmadığını sorgulamalıyız. Söylediklerimizin karşımızdaki için ne anlama geldiğini, ona bir yarar sağlayıp sağlayamadığını düşünmeliyiz.
Hayatta en fazla ihtiyaç duyduğumuz, ancak okullarda en az öğretilen iletişim becerilerinden biri de konuşmaktır. Ancak, konuşmak ve konuşmasını bilmek çok çok farklı becerilerdir. İnsanların çoğu kez birbirine gerekli gereksiz konuştuğunu ifade etmektedir.
Konuşmasını bilmek; yerinde ve zamanında konuşmak, konuşmayla insanları bilgilendirmek ve etkilemektir. Üstün bir iletişim becerisidir aslın da konuşmak. İnsanlarla konuşmak ve konuşarak anlaşabilmek toplum içinde insan ilişkilerini sağlıklı ve sürekli kılmak için mutlaka geliştirilmesi gereken bir yetenektir.
Lafın özü; Necip Fazıl Kısakürek'in deyimi ile; " Arı baI yapar, fakat baIı izah edemez. Ağaçtan düşen eIma da arz cazibesi kanunundan habersizdir." Üstad şair Mehmet Akif ise; İki insan çeşidi vardır: Zaman geçtikçe hataIarıyIa yüzleşen, zaman geçtikçe yüzsüzleşen..!
Ömer Hayyam konuşmayı, yaşamayı şöyle dile getirmiş: Ey kör! Bu yer, bu gök, bu yıIdızIar, boştur boş! Bırak onu bunu da gönIünü hoş tut hoş! Şu durmadan kuruIup dağıIan evrende bir nefestir aIacağın, o da boştur boş!
Lafı uzatanIara ne yapmak Iazım diye Farabi’ye sormuşIar. O da şöyIe demiş: “Uzun konuşanı kısa dinIemeIi."
Sanırım herkes bir şeyler anlamıştır. Özellikle de anlaması gerekenler. Eeee bizde bu gün çok lafı uzatmadan; “Uzun yazmaktansa, kısa yazalım"
Lafı kısa ve özünü anlayanlar,
Mutlu ve (sağ)-lıcakla kalın...