Ya Rabbim, Adım Burhan Şahin, Yörük Türkmen'im
Çepni Yusuf’tan, Ali Sipahi Soyundanım,
Kurşunlandım, gazi oldum ayrılmadım yolumdan.
İ’lâ’yi Kelimetullah’tan, Kızılelma'dan!
Çarşambamızın yetiştirdiği, ipeğe sarılmış çelikti. Emsali az, çağlar ötesinden gelen bir Türk beyini kaybettik.
Bütün ülkücülerin ve Türk milletinin başı sağ olsun. Hakkın rahmetine kavuşan sevdiklerimin ardından yazılar yazdım.
Cennet mekan Muhsin Bey’i yazdım, gözyaşlarıma hakim olamadım.
Lakin sevgili Burhan Hoca’yı yazamıyorum.
Akşamdan beri kalemi elime kaç defa aldım,
Masayı kaç defa terk ettim, sayamıyorum.
Acılara tahammül edemez oldum.
Yaşlandık besbelli…
Uzun zamandan beri çaresiz bir hastalıktan muzdaripti. Telefonda halini, hatırını sorduğumda 'Allah’a şükürler olsun çok iyiyim' diyordu.
Hastalığı ile ilgili hiçbir şey söylemiyordu ama durumunun kötüye gittiğini biliyorduk.
Vefatından bir ay önce idi. Telefon ettim. Konuşabilecek durumda ise hemen açıyordu, açtı konuştuk. Kitaplarımı göndermiştim.
-'Şiirlerinde beni de yazmışsın' demişti. Teşekkür etti.
Çarşamba Nüfus defteri kitabını gönderdim. Konu tarih olunca, saatlerce konuşurduk.
“Çarşamba Nüfus defterini yazdınız, çok büyük hizmet yaptınız. Allah Sizden Razı olsun” dedi.
Türkmenlerin yerleşmesini tane tane anlattı.
Sükûnetle dinledim.
Burhan hoca ile dostluğumuz 50 yıl öncesine dayanır. Sözüne, sohbetine doyum olmayan Türkmen beyi telefonda biraz kesik kesik konuşuyordu. Onun o hali beni çok etkiledi.
Uyuyamadım…
Sabaha kadar onu ve 12 Eylül öncesi günlerini yazdım.
Zaten bir kitap yazmaya çalışıyordum.
Gazeteye telefon ettim.
Ertesi gün köşemde o gece yazdığım yazı yayınlandı.
Türkmen beyinin mahzun hali kaleme aldığım sözcüklere sinmişti.
Üstâd Nihal Atsız, meşhur "Baht Utansın", yazısının başlığını aynen aldım.
Yazı Haber Expres Gazetesi’nin internet sitesinde yayınlandığı için hoca yazıyı okumuş, bana telefon açmıştı.
Sesi biraz boğuk geliyor, iyi anlayamıyordu.
Anlaşılan çok duygulanmış, onu öyle hiç görmemiştim.
"Beni benden daha iyi anlatmışsın" diyor.
Benim gibi o da duygu seline kapılmıştı. Gözyaşlarına zor hakim oluyordu.
"Hocam sizi ancak o kadar anlatabiliyorum. Sizin mücadeleniz, kitaplara sığmaz. Allah sizden razı olsun" dedim.
"Allah izin verirse, sizinle geçen günleri daha uzun yazacağım."
Yorgun olduğunu anladım. Sözü fazla uzatmadım.
Bütün dostlardan telefon geliyor,
-‘Abi iyi yazmışsın’ diyorlardı.
“BAHT UTANSIN” demiştim.
Aradan bir ay geçmedi.
Hayati Keleş kardeşim telefonda Türkmen Beyi’ni kaybettik Hasan Hocam diyordu.
Olduğum yerde dondum kaldım.
Karadeniz’in en büyük çınarı devrildi dedim.
Yazdığım kitabı ilk ona gönderecektim.
Öyle söz vermiştim.
Şimdi onları düşündükçe gözyaşları içinde kalıyorum.
Burhan hocayı, Burhan Şahin’i Türkmen Beyi’ni anlatmak, yazmak o kadar zor ki.
O bir destandı.
Çağlar ötesinden gelmiş bir Oğuz Beyi idi.
O Çin Sarayı’nı basan Kürşat Bey’di.
Onun para ile, pul ile işi olmazdı.
Afrayı-tafrayı hiç sevmezdi.
Bütün ömrü, hayatı, Türk Milleti ve Türk Dünyası idi.
Yavuz Sultan Selim’i bir anlatmaya başladı mı, saatler dakika olur, günler hemen akşam olurdu.
Türkmen Beyi’ni herkes tanırdı.
Seksen öncesi fetullahtan, onun müridlerinden bahsedenlere birden bire celalilenir, sertleşir;
-“Bırakın şu sümükli p…..enk der”, çok kızardı.
Onlar Amerikan ajanı, sahte mollalar” diyordu.
Düşünün herkes FETÖ’ye toz kondurmazken, Türkmen beyi 40 yıl önce FETÖ’nün ne lanet herif olduğunu haykırıyordu.
Tarla Kuşu şiir kitabımda onun için şu mısraları yazmıştım:
“Çok sevdiğimiz iki Alperen’den hangisini anlatayım.
Muhsin Beyi’mi, Burhan Şahin Hoca’yı mı?
Burhan Şahin hocanın kaç defa kurşunlandığını mı?
Mezara giden sırları mı?”
-‘Gösterdiğin teveccühe teşekkür ederim, beni mahcup ettiniz’ diyordu.
-‘Biz görevimizi yapıyoruz, ülkücüyüz’ diyordu.
-‘Siz daha fazlasına layıksınız, lakin ben o kadar yazabildim hocam’ dedim.
Açık açık söylüyorum.
Ve bir çağrıda bulunuyorum:
Sayın Devlet Bahçeli Bey’e,
Sayın Cumhurbaşkanı’na,
Sayın Mustafa Destici Bey’e,
Sayın Meral Akşener Hanımefendi’ye.
Yerliyim, Milliyetçiyim diyen herkese sesleniyorum.
Samsun’un Çarşamba kazasında bir Alperen vardı. Destanlar yazmış, Kendisi bizzat destan olmuş bir Koçyiğit idi. Sağlığında tanıyamadınız. Şimdi gelin bu destan adamı ve hayatını iyi inceleyin. Yeni nesillere Burhan Hoca’yı tanıtın. Kahraman arıyorsunuz, sahte çıkıyor. Türkmen Beyi’ni yazdırınız. İncelettiriniz. O çağlar ötesinden gelen Alperen’i, yeni nesiller öğrensin.
Sevgili Ülkücü Kardeşlerim;
Çok yorucu olduğunu biliyorum. Artık genç değilim. Lakin kendime söz verdim.
Sevgili kardeşimi, o destan adamı, o abdestsiz yere basmayan gerçek alpereni, o çağlar ötesinden gelen Türkmen Beyi’ni yazacağım. O emsalsiz ülkü yiğidini unutturmayacağım. Sağlığında son yazımda “BAHT UTANSIN” başlığını atmıştım. Şimdi yazacaklarımdan sonra o başlığı okuyucularım tekrar edeceklerdir.
Türkmen Beyi’nin cenazesi muhteşem kalabalıktı. Bütün dostları, talebeleri çok uzak illerden koşup gelmişlerdi. Allah hepsinden razı olsun. Demek ki ahde vefa tamamen uçup gitmemiş diye düşündüm. Yalnız yazmaz isem, içimde bir ukte kalır yazacağım:
Ankara otağlarının beylerinden kimse tenezzül buyurmamışlar.
Benim çok tanınmış bir Gülbahar Ninem vardı, her sözü bir nasihatti.
1980 yılında 90 yaşında vefat etti.
O şöyle derdi;
-Oğlum, bir adam geçinemiyorsa mutlaka ama mutlaka bir sebebi vardır.”
Bende bizim ülkücülerin neden iktidar olamadıklarının sebebini keşfettim. Otağlarda ahde vefa kalmamış. Gerçek ülkücülerin, gerçek milliyetçilerin değerini bilmiyorlar;
Tayyip Bey kendi cenahında Türkmen beyimiz gibi bir yiğidi olsa, tabutunu omuzlarında taşırdı.
Hoca birlikten ayrılmayın diye nasihat ediyordu.
Ne diyeyim, gerisini Arifler anlasın.
Türkmen beyi hakka yürüdü.
Allah ondan razı olsun.
Mekanı cennet-i ala olsun.
Yaşasın var olsun Türk-İslam ülküsü,
Yakın olsun Allah’ım Turan ülküsü.
05/03/2018
Hasan Topuz.
Selam ve dua ile…