Ölenle ölünmez miydi? Hayır, ölünmüyormuş işte. Birisi vefat ettiğinde geride kalanlar, yaşayabiliyor mu ki? Ben öyle zannetmiştim, yanılmışım. “Yaşanan acı zamanla azalıyor, her şey eskisi gibi oluyor” zannetmiştim. Meğer geride kalanlar o sevdiğini toprağa gömerken kendi canını da bırakıyormuş. Bir zamanlar yüzüne baktığı kimsenin artık toprağına bakmak ne büyük bir ıstırapmış.
Siz hiç sevdiğiniz birini kaybettiniz mi? ben yıllar önce dedemi babaannemi babamı ve annemi, iki oğlumu Adem’imi Hakan’ımı kaybettim. Üstelik çok kısa aralıklarla. Zaman zaman “anne babamı kaybettiğimde ne yaparım” diye düşündüm ama çocuklarımı kaybedeceğimi hiç düşünmemiştim. “Bizim başımıza gelmez, uzun yıllar beraber yaşayacağız” sanıyordum. Ama her şeyin altüst olması için bir an yetiyormuş. Bir hikâyenin tam ortasındayken birdenbire bitmesi gibi.
Sevdiğiniz birilerini kaybetmenin ıstırabını ne kadar düşünürseniz düşünün yaşamak kadar acı vermiyormuş. Bu ihtimalden korkarken bir anda bu ihtimalin gerçek olması, o ilk anda yaşanan acıyı nasıl tarif etsem ki; gerçek mi kabus mu anlayamıyorsun, aklını kaçıracak gibi oluyorsun, inanamıyorsun, kabullenemiyorsun, isyana düşmekten de korkuyorsun. “ Başka bir şey olsa küçük de olsa bir çaresi vardır” diye umut edersin, dua edersin. Ama öylesine çaresizlik ki ölüm.. Çünkü umut yok. Sadece ayrılığın acısı da değil bu. yandığın o kadar çok şey oluyor ki. Belki de en çok acıtan onun yarım kalan hayalleri… işte hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını bilerek geçmişe hasret yaşıyorsun hep.
Ölüm karşısında her şey anlamını kaybediyor. Ne kadar aciziz biz ne yapıyoruz böyle ne için çabalıyoruz? Her gün şükredecek ne kadar çok şey varken neleri kendimize dert edip üzülüyoruz böyle? Sonra hayatı sorgulamaya başlıyoruz. Ölüm hakikatine ne kadar gözlerimizi kulaklarımızı kapatsak da o kendini hiç beklemediğimiz bir anda hatırlatıyormuş. Tekrar tekrar anlıyorsun: hayat hayaldir! Bu vesileyle geçmişlerimizin ruhuna bir Fatiha okuyup hediye etmemizi diliyorum…