Tanıdık Senaryonun İdlip Versiyonu
Bir yolu arşınlarken en kritik noktada yöntem değiştirilmez.
Hem içeride hem dışarıda derin ekonomik, siyasi, güvenlik krizlerinin yaşandığı kritik bir noktada yöntem değişmemek gerekir derken Türkiye keskin ve tehlikeli bir patikanın virajında 24 Haziran seçimleriyle rejim değişimini erkene aldı.
Sistemdeki aksaklıkların giderilip kriz konularına çözüm bulmak için yöntemi değil yolu değiştirmek gerekirken aynı yolda yöntem değiştirdik. En zayıf andaki bu değişiklikle Türkiye zor patikada acı zulüm sürükleniyor.
Böylece kurumsal birikim terk edildi, fikri takip sona erdi, manivelalarımız elden çıktı, etkinliğimiz azaldı. Her gün dış güçlere meydan okunan konular gündemden düştü. Örneğin Münbiç!
Örneğin Afrin!
Örneğin Kandil!
AKP Genel Başkanı Erdoğan 5 Eylül'de Münbiç'te yol haritasının ilerleme kaydedemediğini, "durma" noktasına gelen bir ifadeyle konuşup yeni bir başlangıç diliyordu. Yani Münbiç'te Türkiye'nin etkinliğinin tükendiğini ifade ediliyordu.
Nitekim Pentagon iki gün önce "Türkler Münbiç'e girmeyecek. Şehir merkezi içinde olmayacaklar. Ortak devriye şehir merkezinde değil şehrin dışında olacak" dedi. Bu sözlerin üzerine kafamızı ellerimizin arasına alıp aval aval baktık herhalde!
Türk tarafından bu açıklamaya tek bir tepki gelmedi. Peki Münbiç yol haritasını diplomatik zafer ilan edip başarı masalları anlatan Dışişleri Bakamayanı Çavuşoğlu istifa etmeyecek mi?
İdlib kriziyle birlikte oluşan yeni ittifaklar ve söylemler "Erdoğan yönetimi Suriye'de ABD ile birlikte mi hareket ediyor" yorumlarına yol açtı. Aslında birliktelik yorumdan da öte, fiili ve gerçek. Münbiç konusuna bu açıdan bakmakta fayda vardır.
Bir süredir Rusya ile iş birliği daha görünür olunca ABD ile yollar ayrıldı algısı yaratılmıştı. Ancak bazı uzmanların şimdilerde tespit ettiği bu konu aslında yeni değil, hep öyleydi.
İşte bu birliktelik şimdi İdlib'de somut bir görüntü daha veriyor.
Tahran'da 3'lü zirveden canlı canlı deşifre edilen Astana ortaklığındaki 2'ye 1 durumu, sonrasında gelen açıklamalar, Amerikan gazetelerinde ABD ve Batı'yı İdlib'de Rusya ve İran'a karşı durup Suriye'ye müdahale edin anlamını taşıyan yazılar Suriye'de ABD gemisine binildiğini göstermektedir.
ABD Genelkurmay Başkanı İdlib'de Rusya-Suriye operasyonlarının sonuç alamayacağını, insani fiyaskolara yol açacağını, kendilerinin İdlib'de terörle mücadeleyi esas alan planlarının hazır olduğunu ifade etmekteydi.
Bunun ne anlama geldiğini araştırırken ABD'nin BM temsilcisi Nikki Haley'in BMGK'da 11 Eylül'deki İdlib konulu toplantıdaki konuşması dikkat çekiciydi. Yani kimyasal saldırıyla ilgili olarak bizi bir daha test etmeyin sert karşılık veririz demekteydi. Ama bu sefer ilave olarak İdlib'e müdahale gerekçesini genişleten farklı bir şey daha söyledi.
Haley "İdlib'de sivillere yönelik 'herhangi bir saldırıya yanıt vereceklerini, sivil halka yönelik herhangi bir saldırıdan Rusya-Suriye'nin sorumlu tutulacağını ve bunun hakkından gelineceğini" söyledi.
Haley'in bu açıklaması bana Türkiye'yi yönetenlerin söylemlerini hatırlattı. Erdoğan daha önce de ifade etmişti. Tahran zirvesinde de söyledi. Sadece kimyasal silaha tavır alınmasını eleştirip konvansiyonel silahlarla, öldürenlere karşı tavır almakta gecikiyoruz dedi. Çavuşoğlu da bu türden açıklamalar yapmıştı.
Milli Savunma Bakanı H.Akar önceki gün "İnsanların sadece kimyasal silahlarla değil, konvansiyonel silahlarla da öldürülmesine karşı çıkmalıyız" diyordu.
Kimyasal saldırı senaryosu denenebilir ama sanki fazla deşifre oldu. Anlaşılan o ki ABD, İdlib'e müdahil olmanın alternatif gerekçelerini ve planlarını hazırlamış. Sanki kimyasal saldırıdan ziyade Erdoğan yönetiminin ifade ettiği konvansiyonel silahlarla çok daha fazla kişi öldürülüyor söylemini ele alarak ilerleme kaydetmek istiyor.
Görünen o ki kimyasal senaryo olsun olmasın ABD'nin alternatif planlarında öne çıkan, insani gerekçelerle İdlib'e müdahale etmektir.
Bunda da BM'de 2005 yılında kabul edilen bir Responsibility To Protect (R2P) normu kullanılacaktır. Yani eğer bir ülke vatandaşlarını iç karışıklıktan, savaştan, katliamdan koruyamıyorsa uluslararası camia insanları koruma sorumluluğu gereğince harekete geçmelidir.
Bakınız 2011'de Libya. Rusya zaman zaman Batı'nın Suriye'ye müdahalesinde Libya'daki hatamızı tekrarlamayacağız demişti. Ama uluslararası alanda oluşan konjonktür ABD lehindedir. En önemli aracı da Erdoğan yönetiminin Esad karşıtı veya takıntısı tavrıdır. Bu ABD kullanmaya yeltenebileceği bir zaafiyete dönüşebilir.
Ve Türkiye, İdlib'de hem Rusya-Suriye karşı tavır alarak hem Batı'dan destek isteyip kimyasal haricindeki saldırılara dikkat çekerek adeta İdlib'de ABD'nin ikinci bir Libya senaryosunun önünü açmaktadır. Libya'nın hali ortada, paramparça.
Bu senaryo NATO askerlerinin önü açık şekilde Türkiye'de konuşlanmasını da gerektirmektedir. Çatışma kaos yaşanacağı belli olan İdlib'e halen askeri yığınaklanma yapmak bunun bir parçası mı?
Büyük bir endişeyle belirtiyorum!
İdlib'e bu tür bir müdahale Türkiye'ye de müdahalenin ve parçalanmasının önünü açacaktır.
Özellikle terörle mücadele konusunda hep yetersiz kalan MİT'in son zamanlarda "Suriye'de" gerçekleştirdiği "başarılı" operasyonların önünün böylesi bir dönemde açılmış olabilme ihtimali kafaları kurcalamaktadır.
ABD, Suriye'de kullandığı taşeronlarını Türkiye/Suriye gerginliğini somut bir şekilde alevlendirerek, Türkiye/Rusya ittifakında bir zaafiyet yaratmak çabasında da olabilir.
İdlip operasyonu görünenin ötesinde gözlemlenmesi gereken bir operasyondur.
Allah Türk milletine ve Türk devletine zeval vermesin...
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.