Yargıtay Başkanı İsmail Rüştü Cirit, Rixos Otel’de gerçekleşen 2015-2016 adli yıl açılış töreninde yaptığı konuşmada, “Demokrasi önündeki en büyük tehditlerden biri terördür. Terör ve şiddet her türüyle irkin sükut ettiği yerde başlar. Terörün nihai biçimde sosyal ve siyasal hayatımızdan çekilmesini beklediğimiz bir dönemin ardından son zamanlarda maalesef ülkemiz yeni bir terör dalgasının hedefi olmuştur. Fikri silahla susturmak, toplumun hayatını ve siyaseti şekillendirmek isteyenler yeniden sahne almaktadır. Yaygın şiddet eninde sonunda onu yaratanları kendi anaforunda boğmaktadır. Terörün kanlı ve kirli yöntemleriyle milletimizin ve devletimizin istiklali ve istikbalini kıskaca almaya, biçimlendirmeye, değiştirmeye veya dönüştürmeye yeltenenler geçmişte başarıya ulaşamamıştır, gelecekte de başarıya ulaşamayacaktır. Kaynağı, etiketi, türü ve özel amacı ne olursa olsun, terörle mücadelemiz hukukla ve hukukun sınırları içinde kararlılıkla devam edecektir” diye konuştu.
“CEMAAT-CEMİYET ÇIKARININ TOPLUM ÇIKARININ YERİNE İKAME EDİLMESİNİN HİÇBİR MAZERETİ, AÇIKLAMASI OLAMAZ”
“Hukuk devleti yargıda dahil olmak üzere her üç egemenlik erkinin de hesap verebildiği, hukuk içinde herkesten hesap sorabildiği bir düzenin adıdır” ifadesini kullanan Cirit, konuşmasına şöyle devam etti:
“Elbette hakim ve cumhuriyet savcılarının tutuklanması, adli ve idari soruşturmalara uğraması görevden el çektirilmesi veya başkaca disiplin tedbirlerine muhatap olması, bir hukuk devleti için iftihar tablosu olamaz. Ancak her türlü cemaat-cemiyet çıkarının toplum çıkarının yerine ikame edilmesinin, hukukun bireysel veya grupsal ihtiraslara feda edilmesinin de hiçbir mazereti, açıklaması olamaz. Bazı üzücü gelişmelerin, bu çerçevede bir sebep olmaktan çok, sonuç olduğunu unutmamak gerekmektedir. Adil bir yargılamayla gerçeklerin aydınlatılması en tabii ve en büyük beklentimizdir. Her devlet gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin de bağımsız ve egemen bir devlet olarak varlığını sürdürmesi için kendisine yönelen tehditlere karşı mücadele etme hakkı vardır. Hiç şüphe yok ki yürütülen mücadelenin hem iç hukuka hem de hukukun genel ilkeleri ile insan haklarına uygun olması gerekir. Son yıllarda gündemin ön sıralarında yer alan davalarda temel kurallara aykırı şekilde yapılan adli işlemler, Türk kamuoyunu ciddi şekilde meşgul etmiş ve uluslararası alanda da bunun yansımaları olmuştur. Hukuka aykırı işlemlerin hedefi olan gazetecilerin, siyasetçilerin, hakim ve cumhuriyet savcılarının, bürokratların ve kritik noktalardaki silahlı kuvvetler mensupları ile emniyet görevlilerinin toplum ve devlet hayatı açısından taşıdıkları önem dikkate alındığında söz konusu ihlallerin adalet sisteminin rutin işleyişinden kaynaklanan münferit hatalardan ayrı bir şekilde değerlendirilmesi gerekir. Tespitlerimiz, bazı uluslararası kuruluşların saygıdeğer yetkililerinin görüşleri ile örtüşmeyebilir. Ancak hakim ve cumhuriyet savcılarına ilişkin açıklama yapma hakkını kendinde görenlerin, bir hukukçuya yakışır şekilde olayları kuşkuyla süzmesi, önyargısız olması, delillere odaklanması ve tarafsız davranması gerekir. Sahte belge, dijital delil üretilmesi, gizli tanıklık, yasa dışı dinleme ve teknik katip gibi koruma tedbirleri son yıllarda Türk kamuoyunun hukukçuların neredeyse birinci gündem maddesi olmuş, çok sayıda ve iç hukukun en temel kuralları çiğnenerek yapılan adli işlemlerin başta ifade özgürlüğü ile adli yargılanma hakkı olmak üzere telem insan haklarını ihlal ettiği Türk mahkemelerinin yanında, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından da belirlenmiştir. Söz konusu uluslar arası kuruluşların bu özel durumlar ve zorluklar ile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin ilgili kararlarındaki tespitlere biraz daha odaklanmaları ve soruna bütünsel bir bakış açısıyla yaklaşmaları halinde değerlendirmelerinin değişebileceğini düşünüyorum.”
“YÜCE DİVAN GÖREVİNİN YARGITAY’A VERİLMESİ GEREKLİDİR”
Yüksek mahkemeler arasındaki eşitlik ile ilgili Cirit, “Bireysel başvuru ile temel insan hak ve özgürlüklerinin olay bazında belirlenmesi, ihlal edilen hakkın onarılması ve gerekli önlemlerin alınması için Anayasa Mahkemesine verilen yetki, yüksek mahkeme başta olmak üzere mahkeme kararlarına yönelik bir denetim mekanizması değildir. Zaman zaman ilk derece mahkemeleri yerine geçerek yerindelik denetimi dahi yapması mahkemenin kararlarını tartışılır hale getirmiştir. Yüksek mahkemeler birbirleriyle aynı seviyededir. Bu denkliğin bozulması hukuki güvenliği bir tarafa, bilakis yaratılan karmaşa dolayısıyla hukuka duyulan güven ve inancı zedeler. Yargı birliği sistemini kabul eden ülkelerde tek bir yüksek mahkeme, bizim ülkemizde ise birden fazla yüksek mahkeme vardır. Yüksek mahkemeler arasında üstünlük sıralaması yoktur. Böyle bir üstünlük sıralamasının esin kaynağı olacak anayasal bir dayanak da bulunmamaktadır. Sosyal, ekonomik ve statü bakımından eşitler arasında eşitsizlik doğuran 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkındaki Kanunla getirilen bazı hükümler meslek mensupları ve yargı çalışanları arasında büyük rahatsızlık doğurmuştur. Ceza hukuku, diğer hukuk dalları gibi kendine özgü kavramı ve müesseseleri olan bir alandır. Yargıtay’ın yıllardan beri baktığı davalardan edindiği deneyim, zengin içtihat birikimi, üyelerin yetişme biçimleri dikkate alındığında Yüce Divan görevinin Yargıtay’a verilmesi uygun olacaktır. Uzmanlık ilkesinin gereği olarak, yargılanacak kişilerin hukuki güvenliklerinin sağlanması zorunludur. Diğer yandan da suçların cezasız kalmaması için gerekli toplumsal savunma mekanizmasının işletilmesi ve aynı suçu işleyenler arasında ayrım yapılmaması bakımından da Yüce Divan görevinin Yargıtay’a verilmesi gereklidir” ifadelerini kullandı.
Yargıtay’ın tüm kararlarına erişimin sağlanması için yoğun bir çaba gösterildiğini bildiren Cirit, “Şuana kadar 485 binden fazla karar, kişisel veriler temizlenerek resmi web sitemizde yayımlanmıştır. Yıl sonuna kadar tüm Yargıtay kararlarının kişisel verileri temizlendikten sonra kamuoyu erişimine açılacağını müjdelemek isterim” dedi.
“YAKLAŞIK 7 MİLYON CEZA İHTİLAFI ÜLKEMİZ AÇISINDAN OLDUKÇA DÜŞÜNDÜRÜCÜ, VAHİM VE ÖNEMLİDİR”
Cirit şunları kaydetti:
“Son yıllarda Yargıtay giderek artan ağır iş yükü ile karşı karşıya kalmıştır. Bunun en önemli nedenlerinden birinin ’yargının’ geleceğinin iyi planlanamaması olduğunu düşünüyorum. Şuan başta fiziki yetersizlikler olmak üzere pek çok sorunun temelinde, planlama ve vizyon konusundaki eksikliklerin bulunduğun söylemek herhalde yanlış olmayacaktır. Yaklaşık 7 milyon ceza ihtilafı ülkemiz açısından oldukça düşündürücü, vahim ve önemlidir. Hukuk mahkemelerinde de bir o kadar dava olduğu düşünüldüğünde ve idari ile anayasa yargısındaki diğer davalarda bu sayıya eklendiğinde toplumun her üç kişisinden birisi davada taraftır. Bu husus sadece yargıyı da ilgilendirmemekte olup, toplum bilimcileri, eğitimcileri de ilgilendirmektedir. Topluma yararlı bireyler yetiştirme konusunda varılan olumsuz sonucu da göstermektedir. Adli yargıdaki görevli hakim ve cumhuriyet savcı sayısının yaklaşık 13 bin olduğu düşünüldüğünde ihtilafları çözme konusunda hakim ve cumhuriyet savcısı sayısının ne kadar yetersiz olduğu anlaşılmaktadır.”
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.