Dosdoğru kararları görelim, yeter ki sabredin.
Son günlerde yaşananları görünce evliya veya haşa Peygamber sabrı gibi sabır gerekliydi...
Rabbime şükürler olsun karşımıza öyle insanlar çıkarttı ki, onlar vesilesi ile mükemmel sabırla başımızı belaya sokmaktan şimdilik kurtulduk. O insanlar olmasaydı belki de bu satırlar da inanın yoktu...
Sonra oturup düşünürken aklıma Şeyh Edebalı geldi. Edebalı, "UkaIayIa dost oIma: çok konuşur, boş konuşur, kem konuşur; üzülürsün." dememiş miydi?. Sözü bir daha hatırlayınca 'Ukala kimseyle gezmedik, konuşmadık ki üzülmeye gerek olsaydı. Olmadığı için de sabır ettik.
Sonra hayatımızı neden boşu boşuna kişiliksiz birileri için cehenneme çevirelim ki? İşte bu noktada da Özdemir Asaf'ın, "Ne cenneti merak ediyorum, ne de cehennemi; Çünkü ben annemi gülerken de gördüm, ağlarken de..." sözü aklıma takıldı.
Asaf'ın deyimi ile Annemi gördükçe cehennemi de cenneti de görüyorsam, hiç için çırpınmamak gerek. Öyle ya "Cennet anaların ayağı altında" değil mi? Bu düşünce ile cennetime yöneldim...
Sonra, meslekte her iki sözün de anlamını düşünmeye devam ettim. Meslekte sıkıntı, dertlerin, acı ve sıkıntıların hepsini ciğerimizin içinde hissederek yaşadığımız için içimizi yakan iftira, hakaret dolu itham ve sözlerle kalleşlikleri zaten yaşıyoruz. Hayatımızı, mesleğimizi üç kuruşluk hiçler için cehenneme çevirmeye de gerek yok.
Dünya da cennet gibi yaşam elde edebilmek için Devletin Polisi, Savcısı, Hakimi var. Bizde Devletten yani Polis, Savcı ve Hakiminden yardım istedik! Son günlerde hakaret eden, saldırganlaşan, tehdit eden bazı kişiliksizleri yargıya havale ettik. Yangın bizde değil kişiliksizlerin için de yansın bize ne!.
O nokta da sitem ve kaygı duyanlar dedi ki; "Yargı üzerinde siyasi ve iş dünyasının büyük vesayeti var! Nasıl güvenirsin?"
Bizde ilçede patlak veren kreş olayı ve diğer yargı olaylarının başından bu yana tüm adli dava konularını birlikte izleyip görelim, adaletten kaçmayın, yargıyı izleyin diyerek oraya yönlendirdim. Devem etmekte de zaruriyet görmüyorum. Böylelikle de Çarşamba ve Samsun'da 'Yargı üzerinde siyasi, iş dünyası vesayeti var mı yok mu?' göreceğiz.
Devlet ve yargıya güven de kuşkum olmadığından, ilçe ve ülke gündeminde ki kreş ve diğer yargı olaylarında mağdur olduklarını iddia edenlere de hep birlikte devletin polisine, yargısına, mahkemesine yargı terazisine güvenimi dile getirdim, getirmeye sonuna kadar devam edeceğim.
Bu duygu düşünce ile her sıkıntının yargı ve kolluk eli ile düzeltilmesi fikriyatını herkese iletirken, yazıma Taptuk Emre ile Yunus'un hikayesi ile son vermek istedim. Yunus, Tapduk’un kapısına gider ve yıllar yılı şeyhine odun taşır, olgunlaşır ve pişer. Yunus’un Şeyhine taşıdığı odunların içinde hiç eğrisi bulunmaması Tapduk’un gözünden kaçmaz. Sonra Yunus’a odunluktaki odunları gösterir:
-"A Yunus, bakıyorum, dağdan kestiğin odunların hepsi kuru, hepsi düz. Meraklandım. Acaba! Ormanda hiç eğri odun yok mu?” der.
Yunus Gülümser, tatlı tatlı, içten içe bir gülüş. Vereceği cevabı ne düşünmüş ne de hazırlamıştı. Öylece, dudaklarına geldiği gibi söyleyiverdi:
- “Ormanda eğri odun var olmasına var amma, Senin dergahından içeri odunun bile eğrisi giremez, efendim.”
Demem o ki, Yunus'un dergaha taşıdığı dosdoğru odunlar misali, Yargının mahkemelerde vereceği hak - hukuk - hakkaniyet ve dosdoğru kararları görelim. Yeter ki sabredin...
Mutlu ve (sağ)-lıcakla kalın.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.