PEYGAMBERİMİZİN (S.A.V) İZİNDEN YÜRÜMEK
Sünnet, hayatımızı bütünüyle kuşatan ve en ince detayına kadar ilmik ilmik ören ilâhi rehberliğin ete kemiğe bürünmüş halidir. Gerçek dindarlık, dînîKur’anda emredildiği ve Efendimizin sünnetinde gösterildiği şekilde yaşamaktır. Nitekim "..ona uyun ki doğru yolu bulasınız"(Araf , 7/158) ayetinde Peygamber'e uyma çağrısı vardır. Şu da bilinen bir gerçektir ki iman ve amel olarak Peygambere uymadıkça hidayete ulaşılamaz.
Allah Teâla: "Ey Habibim de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız bana tâbi olunuz. Tâ ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" buyurmakla, Resulullah'ın sünnetine uymayı kendine olan muhabbete alâmet saydığı gibi, kulunu sevmesine ve günahlarını bağışlamasına bir şart olarak göstermiştir. Halkımızın ifadesiyle söyleyecek olursak, “Allah’ını seven, Peygamber’e uymakla”görevlidir. Nitekim âyet-i kerîmede de bu görev çok açık şekilde ilan edilmiştir. Elçiye itaat onu gönderene itaattir. Zira bir elçiyi tanımak, onun kendisini değil gönderen Efendisini tanımaktır.
İnsanlığın önderi kutlu nebi (s.a.v.) bir hadisinde “Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir.” buyurdular. Peygamberimizin sünnetim ifadesinden kastı da onun ortaya koymuş olduğu “örnek yaşam tarzı” ve “rehberlik” dir. Bu hayat tarzının içerisine onun sözlerifiilleri (uygulamaları) ve takrirleri ( onayları) da girmektedir. Kadı İyaz'ın amel-i salihi, "sünnet'e uygun olan amel" diye yorumlanmıştır.(Şifa-ı Şerif Tercüme ve Şerhi, s 306) Buradan hareketle, "sahih amel, sünnete uygun olan amel ve davranıştır" ya da "Müslümanca yaşamanın sıhhat şartı sünnettir" demek mümkündür.
Bugün Rasûlullah'a ve onun öğretilerine uymaktan başka felah ve salah çağrısı ne olabilir. Peygamber Efendimiz hayatın her alanında ashabını bilgilendirmiş, onları özel bir eğitime tâbi tutmuştu. Tevhidi öğretmişti; Allah’a iman etmeyi, O’nu tanımayı, sevmeyi, O’ndan korkmayı... İbadetleri öğretmişti; uygulanış şekillerini, huşûyu... Ahlâkı öğretti; edebi, hayâyı, iffeti, merhameti, samimiyeti... Aile kurmayı öğretti, çocuk eğitimini, arkadaşlığı, dostluğu, sıla-i rahmi, hasta ziyaretini, toplumsal dayanışmayı... Ticareti öğretti, alışverişi, kamu malını, işçi işveren ilişkilerini, kul ve insan haklarını öğretti.Sevmeyi, sevindirmeyi, sevilmeyi... Kısaca hayata dair her şeyiöğretti.(Hadislerle İslam, DİB, C 1, S. 422)
Sünnet, Muhammed ümmetinin kimlik ve kişilik ölçüsü ve belirleyici vasfıdır. Allah Teâlânın "en güzel hayat örneği"(Ahzab, 33/21)olarak takdim ettiği Hz. Peygamber'in sünnetine uymadan Müslümanca bir hayat yaşayabilmek, böyle bir iddiada bulunmak bir anlamda Allah ve Rasûlüne rağmen, müslüman olmak ya da olunabileceğini savunmak demektir. Şu bilinen bir gerçektir ki vahyin nüzulüne, dinin ikmaline ve peygamberin risaletine şahit olan sahâbilerden hiç biri “Biz Kur’ân-ı Kerim’in nüzulüne şahit olduk, onu en doğru biz anlarız, ondan anladığımız da dinin ta kendisidir” gibi sünnete ittibanınönemsenmediği bir anlayışını asla ileri sürmemişlerdir. Tarihen sabittir ki onlar Hz. Peygamber’in (s.a.v.) vefatından sonra da asla böyle bir söylemde bulunmamışlardır.
Sünnete ittiba’, sünnete uymak kadar sünnet dışı uygulamalara bidatlarakarşı çıkma iradesine ve pratiğine bağlıdır. Bid’at iseRasülullah’ın (s.a.v.) getirdiği yolu değiştirme gayretidir. Semavî membadan gelen berrak suyu, geçtiği yollar üzerinde pusular kurarak bulandırma çabasıdır. Bid’atlar çoğalıp, Hz. Peygamber’in (s.a.v) yolu terk edilip, alternatif patikalar açıldığı zaman o asil yola yeniden işlerlik kazandırmak; su bulandığı vakit; kaynağa giderek berrak ve saf su getirmek sünneti ihya ve sünnete ittiba’ etmek demektir. Bugün, sünnet’eittiba/uyma konusundaki tembelliğin asıl sebebi, delillerin sıhhatine yönelik bilimsel şüpheler değildir. Bu olsa olsa, sadece bir bahânedir. Unutulmamalıdır ki din, “inanç” olduğu kadar aynı zamanda “ameldir, pratikdir.” Sahâbilerin fazilet sebeplerinden en mühimi onların çok iyi birer uygulayıcı, amil ve abid olmalarıdır.
Sonuç olarak insanlık da ancak, insanlığın son elçisinin çizdiği ve gösterdiği yolda gitmekle saadet ve huzur dolu neticelere kavuşacak, mesut ve bahtiyar olacaktır. Nitekim geçmiş asırlarda, O'nun getirdiği esaslara sahip çıkanlar hep mesut ve bahtiyar olmuşlar, yaşadıkları asra da huzur ve saadet asrı mührünü vurmuşlardır. Yazımızı, Urve b. Zübeyr'in (r.a.) sözüyle bitirelim,"Sünnetlere, aman sünnetlere dikkat ediniz. Zira sünnetler, dinin kıvamıdır!"(İbn Hacer, Fethu'l-bari, XIII, 301)