BİZİM GERÇEĞİMİZ
Hiçbirimiz kendi doğumumuzu kendimiz ısmarlamadık. Annemizi babamızı kendimiz seçmedik. Hangi ırktan hangi renkten olduğumuz da bizim tercihimiz ötesindeydi… Biz dünyaya geldiğimizde kimin kucağında büyüdüğümüzü bile bilmiyorduk. Öğrendiklerimizi sırasıyla önce anne, baba, aile ortamından sonra bulunduğumuz yerdeki yaygın eğitim ve de gözümüzün gördüğü kulağımızın duyduğu zihnimizin etkileşim içinde olduğu sayısız kanallardan bilgi depoladık…
Bu sırada beden olarak da büyüdük, yani bilgimiz artarken bu bilgiyi kullanacak olan makine durumundaki bedenimiz de büyüdü… Önce bebekken çocuk olduk. Sonra akıl baliğ, sonra olgun, sonra saygın ve de yaşlı olduk. Bu bir insan için bir ömürlük hatta dünya ya gelişten sonra herkes yarışa aynı kulvarda koşamadı. Bunda şartların etkisi çok büyük olmakla birlikten kendi zihnimiz ve beynimiz yani kendi fonksiyonumuzda bir o kadar önem arz ediyordu…
“Şimdiki aklım olsaydı” diye yaşadığımız pişmanlıklar beynimizin o zamanki halini şimdi aştığımızın bir göstergesi oluyordu. Sonuçta her birimiz ilk doğduğumuz andan itibaren, bulunduğumuz aile, okul ve yaşadığımız , iş ortamıyla ilgili şekillendiğimiz gibi inançlarımızda,hobilerimizle, beğenip etkilendiklerimizle de şekillenmekteyiz. Bize göre karşımızdaki “çok istenmeyen” bir kişilik tipi kabul edilebilirken, o kişiye sorulduğunda da bizim durumumuz “istenmeyen bir kişilik” diye değerlendirilebilir. O halde yapılması gereken ne olabilir?
Birincisi biz kim ne derse desin önce kendimiz olduk, bu bizim gerçeğimiz, biz kendimizi kabullenmek durumundayız. Sonra kendimiz gibi olmayanları kendimize benzetmek gibi imkansız bir bekleyişin veya uğraşının içine girmemeliyiz. Çünkü kimse sizi kendisine benzetemediği gibi siz de kimseyi kendinize benzetemezsiniz. Geriye bir üçüncü yol daha kalıyor değil mi? O da herkesin kendi halinde olup karşısındakini de kendi halinde kabul edip inançlarını, fikirlerini, sevdiklerini nefret ettiklerini, hobilerini vb. sorgulamak yerine ondan bir insan olarak nasıl yararlanabileceğini ve kendisinin de ona nasıl yararlı olabileceğinin uğraşında olmak…
GERÇEK SEVGİ: birisini gerçekten sevdiğiniz zaman kendi nazarınızın değmesinden korkarsınız, ona bir şeyin zarar vermemesi için gayret gösterirsiniz. İşte bu kadar hoş ve naif bir duygudur sevgi… Gözlerinin içinde kendini görebiliyorsanız, aynı olaylara gülüp aynı olaylara üzüntü tadabiliyorsanız çok şanslısınız. Çevremizde çoğu insan geleceği için çeşitli varlıklara mal ve mülke yatırım yapmakta fakat insana yatırım yapan kimse pek bulunmamaktadır. Maalesef başarılı olan kurumlar hep insana yatırım yapan kurumlardır. Çok sevdiğiniz ve kıyamadığımız birisi mutlaka vardır hayatınızda. Belki bu satırları okurken aklınızda onu canlandırdınız bile… siz de yatırımlarınızı hep dünyaya mala mülke değil birazda aile ve kardeşinize eşinize dostunuza yatırırsınız sadece maddi değil manevi olarak da çok şey kazanacaksınız. Unutmayın ki gönüllerde yaşamak kalıcı olandır…
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.