​​​​​​​Erbaa'nın Gizli Kalmış Tarihini Aydınlatan Bir Ses: Hulusi Durupunar

​​​​​​​Erbaa'nın Gizli Kalmış Tarihini Aydınlatan Bir Ses: Hulusi Durupunar
Bu haftaki röportajımızda yine ERBAA’dayız. Kendisini tanımış olmaktan onur duyduğum, beyefendi kişiliği, dost canlısı, güzel yürekli bir hemşehrimle birlikteyiz.

Erbaa'nın köklü geçmişi ve kültürel Zenginlikleri, araştırmacı Hulusi Durupunar'ın titiz çalışmaları sayesinde gün yüzüne çıkıyor. Özellikle "Nevahi-i Erbaa'da Tarihten İzler" adlı eseriyle bölgenin tarihine ışık tutan Durupunar, Sadece tarihi belgelerle değil aynı zamanda yerel halkın hafızasıyla da beslenerek, Erbaa'nın unutulmaya yüz tutmuş hikâyelerini gün yüzüne çıkarıyor. Aynı zamanda, Türk Cumhuriyetlerindeki gezileri sırasında gözlemlediği kardeşlik bağları ve Türkiye'nin bölgedeki etkisi hakkında da çarpıcı tespitlerde bulunuyor.

Bu röportajda, Durupunar'ın tarihsel olayları yorumlarken nelere dikkat ettiğini, Türk edebiyatının geleceği hakkındaki görüşlerini ve yerel tarihin okullarda nasıl öğretilmesi gerektiği gibi önemli konularda düşüncelerini bulacaksınız. Aynı zamanda bir edebiyat öğretmeni olarak Hulusi Durupunar'ın düşünce dünyasına yolculuk yapacaksınız.

Remzi ÖZKAN: Röportajımıza hoş geldiniz, safalar getirdiniz değerli hocam. Sizi de aramızda görmek ne güzel. Sorularıma geçmeden önce kendinizi kısaca tanıtmanızı rica etsem?

Hulusi DURUPUNAR: Haber Expres ailesine, size davetiniz için ve çırpındığımız dar alanda dertlendiğimiz meseleleri ifade etme fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ediyorum. Bütün samimiyetimle belirtmeliyim ki sizin gibi hoş sohbet bir sanatçıyla böyle bir platformda buluşmak çok hoş.

Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeniyim. Erek Kız Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesinde Müdür Yardımcısı olarak görev yapmaktayım. Meslekte 26. yılımı çalışıyorum. Yaşım, yarım asrı buldu. Kıbrıs Harekâtı'ndan dört gün önce, güzel Erbaa'mızın Akça köyünde yedi çocuklu bir ailenin yedinci çocuğu olarak doğmuşum. İlkokulu köyümde, ortaokulu ve liseyi Erbaa'da okudum. Özellikle lise kısmında okudum diyemem, sadece okula gidip geldim. Sevmediğim bir alanda, elektrik bölümündeydim ama hiç elektrik alamadım. Bu negatiflik liseden sonra iki yıl daha devam etti. Üçüncü yıl üniversite sınavlarına hazırlandım. Üniversite eğitimimi o zamanlar Gazi Üniversitesine bağlı Kastamonu Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği bölümünde tamamladım. 26 yıllık meslek hayatımın yarısı İstanbul'un Beyoğlu, Bakırköy ilçelerinde yarısı da Erbaa'da geçti. Evliyim. Üniversite eğitimlerine devam eden biri kız biri erkek, iki çocuğumuz var. Gemisini kurtaran kaptan olup mutlu mutlu yaşamaktansa toplumumuzun, milletimizin dertleri ile dertlenmeyi seviyorum. O sebeple araştırıyor, yazıyor, yazdıklarımı paylaşma ihtiyacı hissediyorum.

Remzi ÖZKAN: Görünen o ki bu sohbet gerçekten bitmesini istemediğim bir boyuta ulaşacak. Hoş ve esprili cevaplarınız bunu gösteriyor değerli hocam. Özellikle “Sevmediğim bir alanda elektrik bölümündeydim ama hiç elektrik alamadım.” sözünüzün altını çiziyorum.

Peki değerli hocam, tarihe ve tarihi eserlere oldukça değer veren hatta o değerleri daha da yüceltmek adına çalışmalar yapan bir kişisiniz. Hatta ikimizin de Erbaalı olmamız hasebiyle beni oldukça gururlandıran bir de araştırma kitabınız var. Nevahi-i Erbaa’da Tarihten İzler...Kitabınızı okudum ve çok da kıymetli buldum. Emeğinize, yüreğinize sağlık. Gelecek kuşaklara ışık tutacak harika bir eser olmuş. İçeriğini ben biliyorum ama takipçilerimizi kitabınızın içeriği hakkında aydınlatmak adına neler anlatırsınız bizlere?

Hulusi DURUPUNAR: Remzi Bey, öncelikle belirtmeliyim ki ben tarihçi değilim. Köklerimizdeki bağların geleceğimizi şekillendirmede çok önemli olduğunu, gelecek inşasının ancak ve ancak kültürel mirasımızın temelleri üzerine yükselebileceğini düşünen, bunun için mücadele eden birisiyim. Erbaa'da bu konuda birkaç çalışma yapılmış olmakla birlikte çok da eksiğimiz var. Erbaa bir deprem bölgesi. Evet, özellikle 1939 ve 1942 depremleri yöremizi yıkıp geçmiş. Somut tarihi varlıklarımız oldukça sınırlı. Lakin yöre, tarihi miras açısından çok zengin. Bunların gün yüzüne çıkarılması, kayıt altına alınması ve bilinmesi gerekiyor. Çabalarım bunun içindir.

"Nevahi-i Erbaa'da Tarihten İzler" kitabıma gelince... Ben aslında Akça köyünde bulunan, Anadolu’nun en güzel ahşap camilerinden Silahtar Ömer Paşa Camii ile yine aynı köyde kurulmuş olan Selçuklu Döneminin Tokat, Amasya, Sivas, Çorum yöresindeki tespitli ilk Ahi Vakfı olan Ahi Nahcivan Vakfını çalışmıştım. Bu çalışmaları yaparken Erbaa ve civarı ile ilgili belgeler ufak ufak birikmeye başlamıştı. Bir sohbet esnasında çalışmamı duyan Belediye Balkanımız Ertuğrul Karagöl Bey, bu çalışmayı biz kitap olarak basalım önerisinde bulundu. Ben de kabul ettim. Eserde Erbaa yöresinin fetih öncesi dönemlerinden cumhuriyete kadar olan şüreçleri yer alıyor. Burada sadece günümüzdeki Erbaa şehir merkezini değil de Nevahi-i Erbaa dediğimiz Sonisa-Taşâbad-Erek-Karayaka olmak üzere dört nahiyeyi ele alarak incelemeye çalıştım. Esasında yola çıkarken asıl niyetim bir Erbaa tarihi çalışması yapmak değildi. O sebeple özellikle Erbaa tarihi ile ilgili kısımlar biraz yetersiz kaldı. Ya da kitabın baskısı için biraz acele etmiş oldum... Her ne kadar siz harika bir eser olmuş derseniz de kendi tenkidimi de sizin vasıtanızla yine kendim yapmış olayım.

Remzi ÖZKAN:“Nevahi-i Erbaa’da Tarihten İzler” kitabını yazma fikri nasıl oluştu ve bu güzel eserin kitap haline gelmesi kaç yılınızı aldı acaba?

Hulusi DURUPUNAR: Aslında bir önceki sorunuzda bu sorunuzu da cevaplamış oldum. Ama "Ne olduysa pandemi döneminde yaptırdığım Alman aşısından sonra oldu." diyebilirim… İşin şakası bir yana, şimdi dönüp araştırma yaptığım ilk zamanlara bakıyorum. Küçük küçük meraklarla, amatörce, öylesine başlamışım. Şimdi diyorum ki; yaşlıların hafızalarında, arşivlerde, sandıklarda ne varsa kaybolmadan kayıt altına alınmalı. Korunması gereken somut ve soyut kültürel miraslar tahrip olmadan, yok olmadan tescil edilmeleri için tanıtılmalı, kamuoyu oluşturulmalı… Sorunuzun ikinci kısmına da kısaca cevap vereyim. Eser üç senelik bir çalışma neticesinde ortaya çıktı. Ancak daha

yazılacak çok şey var. Tanıtılması, gün yüzüne çıkarılması gereken çok yaşanmışlık var. Geçmişe dönük mirasların şuur oluşturma hususunda el ne yapıyor, biz ne yapıyoruz? Mukayese etme açısından tek bir örnek vereyim: Milli Mücadele döneminde Erbaa Kazası ve köylerini yakıp yıkan, canilikleri ile insanımıza türlü eziyetler eden, yöremizdeki Rumların lideri Anastas eşkıyası vardı. Şimdiki adı Evciler olan Ezenüs köyünde caniliklerinin faturası Erbaalılar tarafından kesilmişti. Rumlar, milli bilinçlerini diri tutmada simge olarak kullanmak için bugün Yunanistan'da bu Anastas eşkıyası adına dernek kurmuşlar, türküler yapmışlar, heykelini dikmişler. Biz işe o dönemin şartları içinde destan niteliğinde, kahramanca mücadele eden dedelerimiz, ninelerimiz için neredeyse hiçbir şey yapmıyoruz. Bir sohbetin, bir çay yudumlayacak kadar kısacık bir anında, ağız ucuyla yarım yamalak isimlerini zikredip geçiyoruz. Bunları kayıt altına alıp tanıtmazsak sonraki kuşaklar bu kadarını da bilmeyecekler. Köksüz kalacaklar. Halbuki bu toplumun içinde o destansı hikayeler araştırıcıları bekliyor. Parça parça bilinen ve unutulmaya yüz tutan bu yaşanmışlık hikâyeleri birleştirilmeyi bekliyor.

Remzi ÖZKAN: Edebiyatın farklı kolları ile de ilgileniyor musunuz? İlerleyen süreçte farklı kitaplarınız gelecek mi?

Hulusi DURUPUNAR: Edebiyat öğretmeniyim ancak edebiyatçı değilim. İşim gereği şiiri, hikâyeyi, romanı, tiyatroyu, denemeyi, söyleşiyi, hitabeti vs. bilirim. Ama sanatçı ruhlu değilim. Mesela duygusalım ama duygulu değilim, o yüzden şiir yazamam. Zaman zaman denesem de iyi bir şiir gördüm mü benimkini kimse görmesin der, imha ederim. Hikâye denemelerim var. Ancak yayımlama aşmasında olduklarından emin değilim. Daha vakitleri var diye düşünüyorum. Roman çok uzun soluklu bir iş... Planlaması daha meşakkatli...Tekrara düşmemeniz gerekiyor. Tiyatro apayrı bir alan... İyi bir piyesin ortaya çıkabilmesi için sahne tecrübenizin olması gerekiyor...Oysa ben hiç sahne tozu yutmadım… İçinde kurgu olan edebi türler bana daha zor geliyor. Sanırım ben daha gerçekçiyim. Kelimelerle oynamayı seviyorum ama hayali güçlü biri değilim. O yüzden kurguya dayalı türleri fazla denemedim.

Remzi ÖZKAN: Kırgızistan, Özbekistan ve Kazakistan'ı ziyaret ettiğinizi biliyorum. Bahsi geçen ülkelerde Türkiye’ye karşı nasıl bir bakış açısı var? Ne gibi bir izlenim edindiniz bu konuda?

Hulusi DURUPUNAR: Sorunuza sondan başlayarak cevap vermeye çalışayım. Gezi izlenimlerini yazdım ancak herhangi bir yerde henüz yayımlanmadı. Bir dergi olarak sınırlı sayıda basım düşünüyoruz. Hatıra amaçlı... Yayımlanınca bölüm bölüm sosyal medya üzerinden paylaşımlarını yaparım. Gittiğimiz ülkelerdeki Türkiye'ye karşı izlenimlere gelince... Remzi Bey, hem Kazakistan'da hem Özbekistan'da hem de Kırgızistan'da bize karşı müthiş bir teveccüh var.

Dizilerden Türkiye Türkçesini öğrenmişler. Hatta bazıları İstanbul Türkçesi ile konuşacak kadar iyi öğrenmiş. Yesi'de, aramızdaki konuşmalardan Türkiye'den geldiğimizi anlayan bir amca yolumuzu kesti mesela. Bizimle muhabbet etti. Maturudi Hz.'lerinin türbesine gittiğimizde bize rehberlik eden genç oraya bizimle gitmiş gibiydi. Bölge halkı Sovyet etkisinden yeni kurtulmuş. Sığınacak bir liman arıyor. Türkiye'nin varlığını, etkisini üç ülkede yoğun olarak hissettik. Bizden ağabeylik bekliyorlar. Gördüğümüz kadarıyla Türkiye de bunu yapmaya çalışıyor. Daha güçlü bir Türkiye sadece Türkiye için gerekli değilmiş. Türkistan'da bunu daha iyi müşahede ettik. Çocukluğumda köyümde duyduğum ancak bizim günlük kullanımımızdan çıkan bazı kelimeleri orada küçük telaffuz farklarıyla duydum. Araya giren onca zaman ve mekân farkına rağmen köklerinizin oralarda olduğunu rahatlıkla hissedebiliyorsunuz. Birkaç ay orada kalsanız, yahut oradakiler birkaç ay burada kalsa yüzde yüz sağlıklı iletişim kurulabilir. Çünkü biz aynı milletiz ve dilimiz bir. Bir de onların bize ihtiyaç duydukları kadar biz de onlara ihtiyaç duyuyormuşuz onu gördük. Kardeşlerimizle büyük bir hasretimiz varmış. Bir nebze onu gidermiş olduk. Türk milletini büyük bir çınar ağacı olarak düşünecek olursak bu ağacın köklerinin Türkistan’da olduğunu söyleyebilirim.

Remzi ÖZKAN: Değerli hocam, bir öğretmen olarak Türk edebiyatının geleceğini nasıl görüyorsunuz? Bu konuda herhangi bir endişeniz var mı?

Hulusi DURUPUNAR: Tek kelimeyle cevaplamam gerekirse. Hayır!.. Hiçbir endişe duymuyorum. Çünkü müreffeh bir ülke inşa edersek insanlar sanata, felsefeye daha bir ağırlık verir. Edebiyat da bundan nasibini alır. Sıkıntılı bir süreç yaşayacaksak dertler, tasalar da sanatı besler. Bizim Lale Devri’nde de Milli Mücadele Dönemi’nde de çok büyük ediplerimiz çıktı. Ancak okur olarak bir endişeniz var mı derseniz. Evet!.. Okuma kültürümüz oldukça zayıf. Buna çare aranmalı ve bulunmalı.

Remzi ÖZKAN: En sevdiğiniz yazar kimdir, neden?

Hulusi DURUPUNAR: Hangisinin adını versem diğerleri küser. O yüzden isim vermeyeyim. Ancak Türkistan gezimizde Cengiz Aytmatov'un müze olarak ziyarete açılan evini, sonra kabrini ziyaret ettik. Etkisi hala üzerimdedir. Bu vesileyle büyük ustanın ismini zikredeyim. Mekânı cennet olsun. Diğer yandan aslında isimden çok eser odaklı gitmek gerekir diye düşünüyorum. "Maksat eser vermekse mısra-i berceste kâfidir." derler. Yani maksat güzel eser ortaya koymaksa bir mısra bunun için yeterlidir. Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu'nu: "Bayrakları bayrak yapan..." diye başlayan bir beyiti ile severiz mesela. Orhan Veli’yi İstanbul’u gözlerimiz kapalı dinlerken… Orhan Seyfi Orhon'u "Çöpçatan Ayşe" adlı hikâyesiyle... Halide Edib'i"Ateşten Gömlek"iyle, Haldun Taner'i "Keşanlı ali Destanı" oyunuyla. Remzi Özkan'ı "Gelin"iyle... Kısaca esas olan eserdir diye düşünenlerdenim.

Remzi ÖZKAN: Çok teşekkür ederim değerli hocam. Bahsettiğiniz eserlerin yanında elbette ki zerre kalırız ama benim “Gelin” adlı romanımı da anımsayıp, zikretmeniz beni ziyadesiyle onurlandırmıştır. Var olunuz.

Peki hocam, tarihin gelecek nesillere aktarılması için ne gibi önerilerde bulunursunuz? Özellikle yerel tarih konusunda okullarda ne gibi faaliyetler yapılabilir?

Hulusi DURUPUNAR: Daha önce sorduğunuz bir soruda "okuma" konusunda endişeliyim demiştim. Mademki biz toplum olarak az okuyoruz yahut hiç okumuyoruz, tarihi ve kültürel mirası gelecek kuşaklara aktarmanın farklı bir yolunu bulmalıyız. Müzecilikte çok eksiğiz mesela. Bu alan geliştirilmeli. Gençlere konferanslar düzenlerken sadece ünlü simalar üzerinden gitmeyi seviyoruz. Halbuki bu toplumun belli yaş üzeri pek çok bireyi bir birikim deposu. Bunlar gençlerle buluşturulmalı. Yerel tarih aslında milli tarihin en büyük arka bahçesidir. İki üç nesil önceki öz atası şehit olan birisine soyut olarak şehadeti anlatmadan bak senin şu deden de bu topraklar için canını verdi, diyebilmeliyiz. Ailesinden ev, arsa, tarla mirası bekleyen insanlara farklı miraslarının da olduğunu, duvarlarına çerçeveletip asabilecekleri gurur tabloları sunabilmeliyiz.

Remzi ÖZKAN: Araştırmacı bir yazar olarak, tarihsel olayları yorumlarken nelere dikkat ediyorsunuz?

Hulusi DURUPUNAR: Öncelikle belgeye ulaşmaya ve doğrulamaya gayret ediyorum. Özellikle sınırımı "yerel" olarak belirlediğim için alanın dışına taşmamaya dikkat ediyorum. Saha araştırması ve halk arasında konuşulanlar çok çok önemli. İnsanlardan duyduğum bir bilgi kırıntısını not alır, yeri geldikçe sorar soruştururum. Yazılı bir belge ile teyit edebilirsem makale boyutuna taşırım. Nihayetinde bu çalışmalarım için amaç sıralaması yapacak olursam üç amaçtan bahsedebilirim: Birincisi: Tarihi birikimlerin yok olmadan, unutulmadan kayıt altına alınması. İkincisi: tarihi bilinç oluşturma konusunda kamuoyunu dinç tutmak. Üçüncüsü de alanın gerçek uzmanı kıymetli tarihçilerimize yerelden katkı sunmak. Bu nedenle yazılarımı yazarken mümkün mertebe insanların dikkatlerini çekebilecek bir üslup kullanmaya, kaynak göstermeye ve saha teyitlerine yer vermeye çalışıyorum. Kısaca sahadan bilgi toplayarak edebiyatın incelikleri ile tarihin bilimselliğini buluşturmaya gayret ediyorum diyebilirim.

Remzi ÖZKAN: Ülkemizin dört bir yanında sizi severek takip eden okurlarınıza son olarak neler söylemek istersiniz, son sorumdu. Vaktinizi ayırıp röportajımıza katıldığınız için çok teşekkür ediyorum. Gerçekten sona ermesini istemediğim bir söyleşiydi. Ama format gereği bitirmek zorundayım. Tüm çalışmalarınızda sonsuz başarılar diliyorum değerli hocam.

Hulusi DURUPUNAR: Üstad, öncelikle beni onurlandıran bu üslubunuz için teşekkür ediyorum. Sizin hızınıza yetişmemiz mümkün değil. Siz uluslararası albümlerde yer alıyorsunuz artık. Biraz rol çalmak gibi olacak ama öncelikle beğenilerek ve sevilerek takip edilen çalışmalarınız için ben sizi tebrik ediyorum. Kendime gelince... Ülkenin dört bir yanında sevilerek okunduğumu bilmiyordum ancak yazdıklarımın ve gün yüzüne çıkardıklarımın çok kıymetli olduklarını biliyorum. Yazdıklarımla herkes ilgilenecek, yazdıklarıma herkes ilgi gösterecek diye bir kaygım da yok. Ben sadece "İyilik yap denize at, balık bilmezseHâlık bilir." niyetiyle yazıyorum. Yine de öyle yapmaya devam edeceğim. Çünkü insanımız ve toplumumuz bir gün kültür zincirinin halkalarında kopma tehlikesi yaşarsa, o gün kayıt altına alınmış bu tür çalışmalara çok ihtiyaç duyacak.

Remzi Bey, güzel temennileriniz için sağ olasınız. Davetiniz ve kendimi ifade etmeme fırsat verdiğiniz için tekraren ben size ve çalışma arkadaşlarınıza çok teşekkür ediyorum.

Kaynak:HABER EXPRES ( HABER MERKEZİ)

HABERE YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Önceki ve Sonraki Haberler
Bunlar da İlginizi Çekebilir