Ankara’nın havasını sıklıkla soluduğumuz şu günlerde röportajlarımızın konukları da elbette Ankara’da yaşayanlar oluyor genellikle. Yüreği engin bir insan sevgisi ve toplum bilinciyle dolu, vatan sevdalısı bir yazarla tanıştırmak istiyorum bu hafta sizleri. Her yazar aslında söylemleri ve eserleriyle farklı bir dünyadır. Ancak bazıları alanında daha da farklıdır ve gerçeği söylemek gerekirse işte bu çizgidir bir yazarı diğerlerinden ayıran ve başarıya götüren. Farklı bir yerde durmaktır bir yazarı yazar yapan ana öğe. Buyurun o halde röportajımıza.
Remzi ÖZKAN: Öncelikle beni kırmayıp söyleşi isteğime olumlu dönüş yaptığınız için size teşekkür ederim Pınar Hanım.
Kutarba Pınar Korkmaz: Estağfurullah. Asıl siz köşenizde bana yer verdiğiniz için ben teşekkür ederim. Onur duydum. Size ne kadar teşekkür etsem az. Çünkü zaman ayırıp bizlere destek olan sizsiniz. Destekleriniz için sağ olun. İyi ki varsınız. Sizin gibi insanların artmasına çok ihtiyacımız var. Umuyorum ki sizin gibi insanlar artar ve bizler de kendimizi daha fazla anlatma, tanıtma şansı buluruz.
Remzi ÖZKAN: O halde sorularıma başlamak istiyorum: Kısaca kendinizi tanıtır mısınız?
Kutarba Pınar Korkmaz: Ben 1981 yılında Bolu’da doğdum. Fakat aslen Düzce’nin Akçakoca/Dilaver köyündenim.
İlk, orta ve lise öğrenimimi Ankara’da tamamladım. Üniversiteyi ise günümüzde Hacı Bayram Üniversitesi olarak faaliyet gösteren fakat 2000 yılında Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi adıyla kurulmuş olan sonradan adı değişen Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde tamamladım. Yüksek lisansımı ise Ankara Başkent Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nde bitirdim.
Remzi ÖZKAN: Şimdi burada bir şey dikkatimi çekti. Az önce “Düzce Akçakocalıyım” dediniz. Akçakoca’da bildiğim kadarıyla Kafkas göçmeni çok fazla. Yine bildiğim kadarıyla sizin de aileniz Kafkasya’dan Osmanlı Devleti’ne zorla göç ettirilmiş ailelerden. Bu konuyla ilgili bize bilgi verebilir misiniz?
Kutarba Pınar Korkmaz: Elbette. Evet, benim hem anne tarafım hem de baba tarafım bazılarının zorunlu göç olarak ifade ettiği bazılarının da soykırım dediği benim ifademle daha çok soykırım olarak tanımladığım şekilde o dönemin Çarlık Rusya’sından Osmanlı Devleti’ne gelmişler. Yani kendi öz topraklarından koparılmışlar. Bu apayrı bir konu. Hem çok üzücü hem de çok uzun ve meşakkatli. Ben, Osmanlı topraklarına geldikten sonraki kısmı kısaca anlatayım dilerseniz:
Annemin ailesi Düzce’ye gelmiş. Fakat o dönem Düzce düz ve bataklıkları olan bir ova olduğu için, o bölgede sivrisinek kaynaklı sıtma hastalığı çok yaygınmış. Bu sebeple ekseri ormanlık yerlere yerleşmeye çalışmışlar. Babamın dedesinin babası ise yine Düzce Akçakoca’nın yüksek yerlerine yerleşmiş. Böylelikle hayatta kalabilmişler. Tabii buraya göç ettirilen ailelerden çok fazla ölenler olmuş hastalıklardan dolayı.
Remzi ÖZKAN: Sizin, kendi kültürünüzle ilgili çalışmalar yaptığınızı biliyorum. Bu özverili çalışmalarınızla da gerçekten gurur duyuyorum. Belki ilk kez duyacaksınız ama ben de aynı kültürün yetiştirdiği bir ferdim. Geçmişte yaşadığımız acılar aynı yani. Üstüne basa basa söylüyor ve her zaman savunuyorum ki “Kafkas Sürgünü” diye yumuşatılan şey sürgün değil tamamen “soykırım” dır. Geçmişten günümüze her kim ki soykırıma neden olmuşsa lanetliyor ve Çerkes Kültürü ile ilgili yaptığınız çalışmalardan bahsetmenizi istirham ediyorum.
Kutarba Pınar Korkmaz: Ben kültürümüzle ilgili çalışmalar yapmaya 2013 yılında karar verdim. Daha önce de hep aklımdaydı. Fakat şartlar o zaman olgunlaştı diyebilirim. Bazen bir ilham gelmesi gerekiyor sanırım. O yıl köyüme gitmiştim ve orada büyüklerimle geçirdiğim güzel zamanlarla yüzleştim. Onlar için bir şeyler yapmalıydım. Sonra bir haber sitesinde köşe yazıları yazmaya başladım. Bu köşe yazılarını bir kitapta topladım. Zaten sonrasında gerisi geldi ve İlk kitabım “Bence Kafkasya” çıktı. Kültürümüzle ilgili 5 farklı kitap hazırladım. İlgi görünce bu kitapları İngilizceye de çevirttim.
Remzi ÖZKAN: Ben, tam da onu soracaktım ancak burada öncelikle kitaplarınızdan bahsetmenizi rica edeceğim?
Kutarba Pınar Korkmaz: Kitaplarım daha çok kültürel kitaplar. Alanlarında benzerleri yok bir kısmının. Bu nedenle mutluyum.
Yukarıda da değindiğim gibi ilk kitabım: Bence Kafkasya: bu kitap köşe yazılarımdan oluşuyor.
İkinci kitabım: Kafdağı’nın Işıkları Gumısta; bu kitapta günümüzde yaşayan Kafkasyalı yazarlarımızın biyografilerini ve topluma katkılarını kendileriyle birlikte ilk ağızdan hazırladık.
Üçüncü kitabım: pınar adlı kitabım. Bu kitapta da: Türkiye’de ödül alan hikâyelerim yer alıyor. Bu hikâyeler bizim kültürümüzle ilgili daha çok.
Dördüncü kitabım: Lata adlı kitabım. Bu kitap da dünyada ilk olması açısından çok kıymetli benim için. 1992/1993 yılları arasında Gürcistan ile Abhazya arasında yaşanan savaştaki bir savaş suçunu ele aldım. Savaşların ne kadar acımasız olduğunu bu savaşla içselleştirdim.
Beşinci kitabım ise Kafdağı’nın Işıkları Elbruz adlı kitabım. Bu kitap da Kafdağı’nın Işıkları Gumısta kitabımın devamı oluyor. Yine günümüzde yaşayan Kafkasyalı yazarlarımızı kendileriyle birlikte yazdık.
Remzi ÖZKAN: Kitaplarınızı biliyorum. Hatta hepsini okudum. Ama Lata Adlı kitabınız gerçekten çok etkileyiciydi. Sanırım bu kitabınızın senaryosu da var. Bize bu konuyla ilgili de bilgi verebilir misiniz?
Kutarba Pınar Korkmaz: Evet. Lata kitabımın senaryosu da mevcut. Hatta T.C. Turizm ve Kültür Bakanlığı Lata Senaryoma Senaryo ve diyalog desteği de vererek senaryoyu destekledi. Şu an biz, Yönetmenimiz Muhammed Kantekin’in desteğiyle tekrar Kültür Bakanlığına başvurduk ve yapım desteği talep ettik. İnşallah bir gün Lata Senaryomuzu hep birlikte beyazperdede izlemek nasip olur.
Remzi ÖZKAN: İnşallah diyorum. Gerçekten konusu ile çok sürükleyici ve daha önce örneği olmayan bir çalışma Lata. Kitabı okuduğumda çok etkilenmiştim.
Kitaplarınızın İngilizcelerinin de olduğunu söylediniz. Peki bu projeyi nasıl hayata geçirdiniz?
Kutarba Pınar Korkmaz:Benim amacım: kitaplardan gelir elde etmek değil. Kültürümüzün yok olmaması için elimden geleni yapmak. Bu nedenle alınan her kitap kültüre katkı için harcanıyor. Türkçelerinin satılması sonucu İngilizcelerinin çevirileri hazırlanıyor ve basılıyor. Daha sonra yurt dışındaki kütüphanelere gönderiliyor. Amaç; kültürümüzü gelecek nesillere unutturmamak.
Remzi ÖZKAN: Bu konuda başarılı olacağınıza olan inancım tamdır. Fakat her türlü dezerformasyonun ve yozlaşmanın yaşandığı bir dünyada kültürü korumak mümkün mü?
Kutarba Pınar Korkmaz:Kültürü korumak çok zor. Fakat yok olmaması için çabalamak ve korumak da bizlerin elinde. Herkes elinden geleni yapmalı diye düşünüyorum.
Remzi ÖZKAN: Peki, yeni çalışmalarınız var mı?
Kutarba Pınar Korkmaz:Evet. Yeni bir kitap üzerinde çalışıyorum. Kafdağı serisine devam ediyorum. Bu serinin kitaplarını çok önemsiyorum. Çünkü ilk ağızdan hazırladığımız için kaynak kitap sayılacaktır. İngilizcelerinin de bulunması eşsiz olacaktır diye düşünüyorum.
Remzi ÖZKAN: Yeni bir senaryo çalışmanızın olduğunu duydum. Bu konu hakkında neler aktarırsınız bizlere?
Kutarba Pınar Korkmaz:Evet yeni bir senaryo üzerinde de çalışıyorum. Ama henüz çok yeni. Henüz çok yeni bir çalışma olduğu için de şimdiden konu nereye evrilir, nerede nasıl sonuçlanır kestirmek elbette çok zor. Bu yüzden detaylı bilgi aktarmak yanlış olur kanaatindeyim.
Remzi ÖZKAN: Efendim çok teşekkür ederim. Çok değerli bir aileniz var. Eşinizle, anne- babanızla ve sevimli kızınızla yakinen tanışmış olmaktan son derece mutlu oldum. Yakın ilginize ve misafirperverliğinize minnettarım. Son olarak sohbetimize neler eklemek istersiniz?
Kutarba Pınar Korkmaz: Bu fırsatı bana verdiğiniz için size teşekkür etmek istiyorum. Bizler de sizinle yakinen tanışmış olmaktan, sizi evimizde ağırlamış olmaktan son derece mutlu olduk. Bizler, bu ülkede yaşayan herkesle kardeşiz. Hepimizin isteği aynı. Türkiye Cumhuriyeti Devletini ilel ebet muhafaza ve müdafaa etmek. Bu nedenle farklılıklarımızın zenginliğimiz olduğunu unutmadan, hep birlikte mutlu huzurlu yaşamak. Genelde biz Kuzey Kafkasyalı halklar olarak pek bilinmiyoruz. Yani kültürümüzü birlikte yaşadığımız kardeşlerimiz bile bilmiyorlar. Bu çok acı. Demek ki bizler kültürümüzü anlatmakta başarılı değiliz. Bunu başarmalıyız. Gerek Osmanlı Devleti’nde gerek Millî Mücadele döneminde gerekse Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluşunda atalarımız gözlerini kırpmadan gönüllü olarak bu vatanın var olma mücadelesinde en ön saflarda yer almışlardır. O nedenle diyorum ki kültürlerimizle hep birlikte yaşamak çok önemli. Yok olmadan ve hep el ele.
Kaynak:HABER EXPRES ( HABER MERKEZİ)
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.