BU ALEMDEN BİR YİĞİT GEÇTİ ,AZIMIZ GÖRDÜ, ÇOĞUMUZ BAKTI GEÇTİ!
Medrese-i Yusufiye’de sekiz yıl iyi ders almış, orada daha da olgunlaştırmıştı. Partide oturduk, çay içtik, sohbet ettik. Hayal ettiğim ALPEREN karşımda duruyordu. Abdest alırken onu seyrettim. Pantolonunun paçalarını yukarı çekerek tuvalete giriyordu. Abdest alışından ihlasının derecesi belli oluyordu.
Bin dokuz yüz doksan bir seçimleri oldu. Muhsin Bey Sivas’tan Milletvekili seçildi. Türkeş ile fikir ayrılığına düştü. İşin iç yüzünü bilenler için, bu ayrılış en doğrusu idi. O yıllarda ben öğretmendim, daha emekliye ayrılmamıştım. Emekli olunca Büyük Birlik Partisinin İlçe Başkanı oldum. Yıllarca İlçe Başkanlığı yaptım. O büyük insanı çok yakından tanıdım. Kalemime oldukça güvenen bir adamım ama Muhsin Bey’i anlatacak kelime bulmakta güçlük çekiyorum. Kısaca şu özeti yapabilirim. O inandığı gibi yaşayan ve yaşadığı gibi inanan bir Alperen’di kendisi için bir gün bile yaşamadı. Hep verdi, kendini feda etti. Kendisi için hiçbir şey istemedi. İşkenceler gördü, kimseye darılmadı. Çok değerli bir insandı ama değeri bilinmedi. Kimseye küsmedi gücenmedi. Hak yolunda yalnız yürüdü. Kimseye minnet etmedi. Helva, ekmek yedi, harama el sürmedi. O tam anlamı ile bir Alperen’di. Onu yakından tanıdığım için onun davasının küçük bir hizmetkârı olduğum için Cenabı Hakk’a şükürler ediyorum. O bir peygamber aşığı mütevazı bir dervişti. Aynı zamanda ipeğe sarılmış bir çelikti…
O GECE
İki bin dokuz yerel seçimleri geliyordu. 26 Mart Salı günü idi, onu dinlemek için televizyonun karşısına oturdum. Miting naklen yayınlanıyordu. Çağlayan Cerit’te izlemiştim. Daha sonra Yozgat’ta miting yapacaktı. Onu bekliyordum. Ama beklediğim olmadı. Helikopter düştü dediler… Sonra bir daha dediler... Muhsin Bey’in helikopteri düştü dediler… Keş Dağına düştü dediler. Ne yapacağımı bilmiyordum. Odanın içinde dönüp duruyordum. Duyduğum rüya olsun istiyordum. Bütün dostlarıma bir bir telefon ettim. Onlarda benim gibi idiler. Çaresizdim. Siz çaresizliğin ne yaman bir acı olduğunu bilir misiniz? Keş dağında kar varmış. Helikopter karların üzerine düşü vermiş. Gazeteci İsmail Güneş yalvarıyor, kurtarın bizi diyor. Kurtaran yok. Muhsin Bey’den hiç ses seda yok. İnanmak istemiyordum ama hakikat gün gibi ortada idi. Çaresizlik duyguları için gözyaşlarıma mani olamıyordum. Demek koca Reis gidiyordu… Alperen’i kayıp mı ediyorduk? Sanki dünya başıma yıkılıyordu. Beni kimse teselli etmiyordu. Sevgili Dostlar; Yüce Mevla neylerse güzel eyler, Alperen Şahadet şerbetini içti. Alperenler’e de ancak böyle bir ölüm yakışırdı. Bu âlemden bir yiğit geçti. İşte o gece kalemimden gözyaşlarım arasında şu mısralar dökülüyordu.
MUHSİN BEY
Seni düşündükçe, yüreğim kıpır kıpır oluyordu,
Şimdi bağrıma bir hançer saplandı oy…!
Ulu ALPEREN oy…! Dost oy…! Can oy…!
O dağlarda çok üşüyorsunuz!
Ben ise parça, parçayım Reis!
Hasbün Allahu ve Nimel Vekil, Hasbün Allahü ve Nimel Vekil
Seninle böylemi kavil etmiştik Bey’im,
Hani, Ömer’in adaletini getirecektik!
Fırat kıyısındaki kuzunun hesabını soracaktık!
Hani, Altay dağlarına at sürecektik!
Ne oldu, nereye gidiyorsun, KOCA REİS!
O dağlarda çok üşüyorsun ne olur dön!.
Sizi o dağlarda düşündükçe içim yanıyor.
Nazlı ülkümüz yetim kalıyor oy!...
Ulu Alperen oy!... dost oy!... can oy!..
Bağrıma bir hançer saplandı çok yanıyor oy!...
Sen yiğit adamsın, sözünde durursun, ne olur dön!...
Hasbün Allahü ve Nimel Vekil, Hasbün Allahü ve Nimel Vekil.
Hasan TOPUZ
27 Mart 2009
Saat 03.00
ÇARŞAMBA
NOT: 24 Mart Perşembe Günü Akşam Namazıdan Sonra Göğceli Camii’nde Muhsin Beyin ruhuna bağışlamak üzere düzenleyeceğimiz Mevlid Programına tüm Çarşambalılar davetlidir.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.